Islak
imzalı belgeden sonra
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ’un pozisyonu,
tartışma konusu oldu. Özellikle liberal ve muhafazakar kesimde, Başbuğ’un görevden alınması konusunda giderek artan talep var.
Samimi olmak gerekirse, gönlümden geçen de budur.
Star Yazarı Berat Özipek’in Baş
bakan Erdoğan’ın da katıldığı bir toplantıda yüzüne baka baka, “
Özal yaşasaydı, gereğini yapar,
Genelkurmay Başkanı’nı görevden alırdı” demesi ve bu sözlerin uzun süre alkışlanması, tartışmaya farklı bir boyut kazandırdı.
Sözün sahibi bir akademisyendi, ancak söz akademik değildi. Toplantıya katılanların hissiyatına tercüman olduğu için karşılık buldu. O tablo, akademisyenlerle
siyasetçiler arasındaki yaklaşım farklılığını ortaya koyması bakımından da önemlidir.
Akademisyen teorisyendir, siyasetçi uygulayıcıdır. İlkinde kimi zaman entelektüel fanteziler, ikincisinde realiteler ağır basar. Genellikle akademisyenlerin siyasette neden başarılı olamadığı sorusunun cevabı da kısmen yukarıdaki önermede gizlidir.
Evren patentliydi
Özal, gazeteci olarak yıllarca yakından izlediğim devlet adamı ve siyasetçidir. Ters düştüğüm anlar olsa da sevabını günahından fazla bulan, cumhuriyet tarihinin en önemli devrimcilerinden biri olarak gören biriyim.
Şu anda çalışma odamda resmi bulunan Atatürk’ten sonraki tek siyasetçidir. Bu fikri yakınlık, sapla samanı birbirinden ayırmamıza engel olmamalıdır.
1983 yılında sandıktan tek başına
iktidar çoğunluğunu elde eden Özal, ara rejim döneminden sıyrılıncaya kadar iktidarı
Kenan Evren ve arkadaşlarıyla paylaştı.
Bakanlar Kurulu listesini bile yıllarca birlikte yaptı.
Mesut Yılmaz da Evren kontenjanından kabineye girmiş isimlerdendir.
O günlerde tıpkı Berat gibi sert tepki gösteren ve “darbecilere
hesap soralım” diyenlere Özal’ın cevabı şöyle oldu: “
Hükümet olmak ve iktidar olmak aynı değildir.”
Fantastik değil realist bir yaklaşımdı. Tümden kaybetmektense bir şekilde masanın kenarında oturmayı yeğledi.
Evren ve arkadaşlarının etkisiyle
Demirel, Türkeş,
Erbakan ve Ecevit’in siyasi yasaklarını referanduma götürecek kadar rotadan çıktığı dönemler oldu.
1988 yılı Temmuz ayında başına talih kuşu kondu.
Genelkurmay Başkanlığı’na hazırlanan ve henüz kararnamesi imzalanmadan davetiye bastırıp sevenlerine dağıtan Orgeneral Necdet Öztorun, emekliye sevk edildi.
Berat’ın Erdoğan’a gönderme yaparken yaslandığı hadise de budur.
Oysa,
operasyon Özal’a ait değildi, Evren patentliydi. Cumhurbaşkanı Evren, Öztorun’un Genelkurmay Başkanı olmasını istemiyordu. Özal’dan
Necip Torumtay’ın Genelkurmay Başkanlığı kararnamesini kendisine getirmesini istedi.
Öztorun, “Davetiye bastırdım, komutanlığıma engel olmayın, istiyorsanız bir gün sonra
istifa ederim” dese de Evren’i ikna edemediler.
İşte Kenan Evren sağ, sorun kendine. O sürece
tanık olmuş önemli isimlerden
Vehbi Dinçerler Ankara’da, arayın, anlatsın size.
Özal’ı takdir ettiğim tarafı, durumdan vazife çıkarmasını iyi bilmesi ve
sivil siyaset adına kullanım becerisidir. Şu bir gerçek, Evren istemeseydi, Öztorun gitmezdi.
Nitekim
Başbakan Erdoğan’ın dün bir TV kanalında, Genelkurmay Başkanı’nın görevden alınma prosedürünü anlatırken Bakanlar Kurulu ve
Çankaya’ya gönderme yapması, bu realitenin başka türlü ifadesidir.
Torumtay’ın istifası
Necip Torumtay’ın Genelkurmay Başkanlığı’ndan istifası ise başka bir hadisedir. Torumtay’ın neden istifa ettiğini daha iyi anlamak için “
Pusu” isimli son kitabımda da yer verdiğim şu anekdotu aktarmak isterim.
Özal, 1990 yılı
Ağustos başında ABD’nin Irak’ı işgal etmesinden bir süre sonra Çankaya Köşkü’nde mini zirve yaptı. Özal, hükümetten yanına sadece ekonomiden sorumlu
Devlet Bakanı Güneş Taner’i aldı. Masadaki diğer konuklar Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay,
Kara Kuvvetleri Komutanı Doğan
Güreş,
Deniz Kuvvetleri Komutanı İrfan Tınaz,
Hava Kuvvetleri Komutanı Siyami Taştan ve
Jandarma Genel Komutanı Eşref
Bitlis idi.
Musul ve Kerkük’e girerek
Kuzey Irak’la federasyon tezi geliştiren Özal, toplantıda komutanlara sordu: “Musul ve Kerkük’e girersek zayiatımız ne olur?”
Torumtay sessiz kalınca devreye giren Taner, “30-40 bin arasında asker zayiatımız olur” dedi. Torumtay şaşkındı, kinayeli bir üslupla
cevap verdi: “Sayın bakan bilginiz karşısında şaşırdım.”
O toplantı, sonun başlangıcı oldu. Cumhurbaşkanı Özal’ın federasyon projesine tepki olarak görevinden ayrılmayı
tercih etti. Koltuğunu
Doğan Güreş’e bıraktı.
Ehven-i şer
Sorunun bir önemli boyutu ise operasyon sonrası durumdur. Torumtay sonrası Güreş dönemi, şiddet politikalarının demokratik açılımlara ağır bastığı bir dönem oldu.
Siyasetçi, operasyona karar vermeden önce, muhtemel sonuçlarını da değerlendirmek durumundadır. Sözgelimi, Başbuğ’u aldığınız zaman TSK üst yönetiminde oynayacak taşlar, büyük önem verdiğiniz sivilleşme ve
demokratikleşme politikalarını nasıl etkiler, buna cevap bulmak zorundadır.
Örnekle devam edecek olursak, 1.
Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız’ın Genelkurmay Başkanı olacağı bir dönemi, pek hayra yorumlamam. Eğer başbakan olsam ve yapacağım operasyonun Iğsız’a bu yolu açacağını görsem, Başbuğ’la çalışmayı tercih ederim.
Akademisyenlerin, biz gazetecilerin fantezi lüksü var ama siyasetçi o kadar şanslı değildir. Siyaset, sonuç alma sanatıdır, aksi halde sandıkta bedel öder, akademisyenler ve gazeteciler ise bedelsiz fantezilere devam ederler.
Erdoğan akademisyenlere uysaydı, bugün partisi yoktu, kendisi de siyasi yasaklıydı. Doğru zamanda doğru yerde olmayı bilmek gerekir.
Erdoğan’ın dün dediği gibi, kilidi belgedeki
ıslak imza çözecek. Belgenin gerçekliğine paralel olarak İlker Paşa’nın talimat verdiği iddiası kesinleşirse, artık siyasi hesabın bittiği yer orasıdır.
O koltukta oturamaz. Oturmaya devam ederse, faturayı başbakan öder.