Aydın
Menderes, ANAP’la DP’nin
birleşme kongresinden sonra çok sinirlenmiş besbelli. Yeni kurulan partiye “çakma
Demokrat Parti” diyor. Sonra da hemen ekliyor: “Bu partiyle 1946-1960 yılları arasında var olmuş DP’nin zerre kadar ilgisi yoktur!”
Aslında, bu partinin Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’yle de hiç bir ilgisi yok. Ne nitelik olarak ne de nicelik. O partide toplananların tümü, Turgut Özal’ın kendisine yetişmeyi bırakın , hayallerine bile ulaşamazlar. Boşuna mı rahmetli Çankaya’dan inip yeni parti kuracaktı! Ömrü yetmedi.
Aydın Bey, bu yeni parti, 28 Şubat’taki
Demirel-
Cindoruk-
Mesut Yılmaz ittifakının bi devamıdır diyerek öfkesini dile getiriyor
“Yılmaz ve Cindoruk bir araya geliyorsa, o partinin Genel Başkanı
Sabih Kanadoğlu’dur!” lafı da Aydın Bey’in.
Konuşmasından, partinin asıl amacının,
Ergenekon sanıklarına sahip çıkmak olduğunu anlıyorsunuz. Zaten Sayın Cindoruk’u da “Ergenekon’un
avukatı” ilan ediyor. Aslında Ergenekon’un o kadar çok avukatı var ki, varsın Sayın Cindoruk da bunlardan biri olsun ne çıkar!
Aydın Menderes’in bence söylediği en ilginç şey
Süleyman Demirel ve
Hüsamettin Cindoruk’un hiçbir zaman Demokrat Partili olmadıkları.
Bu doğrudur, büyük bir olasılıkla. Çünkü, Demirel, DP tabanını yıllarca kullandı; eski DP’lileri affetmek konusunda uzun zaman tereddüt etti; sonra, yani hem Adalet Partisi tabanından hem de yakınlarından gelen
baskı, dayanılmaz boyuta varınca, istemeye istemeye DP’lilerin siyasi haklarını geri verdirdi.
Hüsamettin Bey’inse, DP kongresinde Ergenekon sanıklarını savunmasını garipsemedim desem yalan olur. Bunca yılın hukukçusu, görülmekte olan bir
dava üzerine yorum yapılmayacağını çok iyi bilir.
TBMM Başkanlığı yapmış bir kişi, Ergenekon davasının aslında ne kadar önemli olduğunu,
darbelerin bu ülkeden neler götürdüğünü, nelere mal olduğunu bilmez mi? Göz altında olan kimilerini bireysel olarak savunabilirsiniz. Avukat cübbesini giyip mahkemeye de gidebilirsiniz. Ama bir siyasi parti başkanı olarak,
halkın oylarını hiçe saymaya yönelik darbe girişimlerini hazırlayanları, nasıl savunabilirsiniz topyekun? Neyse, DP bu yapısıyla bırakın yüzde 10 barajını geçmeyi, yüzde iki oy toplayabilirse büyük başarı olur! Onun için üzerinde daha fazla durmanın bi anlamı yok!
İNGİLİZCE DERSİNDE KONUMUZ DURSUN ÇİÇEK
İzmir’in en gözde eğitim kurumlarından biri
60. Yıl
Anadolu Lisesi.
Bu okulda bir de
İngilizce öğretmeni var.
Bu öğretmenin görevi öğrencilere İngilizce öğretmek değil mi?
Bu hanım öğretmen değil.
İngilizce dersinde “Islak
imza” takma adıyla tanınan
Albay Dursun Çiçek’i anlatıyor.
Ne yaparmış Dursun Çiçek? Meyveler soyar, çocuklarının ve arkadaşlarının arkasından koştururmuş, buyrun yavrularım
meyve yiyin diyerek! Çok nazik ve de kibar
mış. Askerlere kesinlikle emir vermezmiş! Dursun Çiçek ve ailesi askeri araçlara binmezmiş. Hatta oğlu bi askere emir vermiş de, oğlunu azarlamış, “Sen askere emir veremezsin!” diye. Çok insalcılmış. Falan falan. Bunların hepsi de doğru olabilir. Ama lisede, İngilizce dersinde, bir öğretmenin kalkıp öğrencilerine bunları anlatmasının anlamı ne ola?
Ben çözemedim. Bilen varsa beri gelsin. Özellikle de İzmir İl Eğitim Müdürü!
(Sayın
Ertuğrul Aksu’ya teşekkürler)
Avrupa hep
demokrasiden korkmuştu
Ünlü Madam Bovary romanının yazarı Gustave Flaubert, Avrupa’nın yüz yıllar boyu demokrasiyle ilgili düşüncesini en iyi dile getirenlerdendir. Fransa’da genel oy hakkı 1850’de,
III. Napolyon zamanında tanınınca, “İnsanın ruhunun utancı” diye çıkmıştır ortaya Flaubert. Çünkü halkı, aptal, beceriksiz ve çocuksu olarak nitelemiştir. Flaubert’in bu söyleminin altında korku yatmaktadır. Çünkü, halk kendini yönetenleri seçmeye başlayınca elitlerin sonu gelecektir.
İngiltere de farklı değildir Fransa’dan. Oy verme hakkı gündeme geldiğinde, Avam Kamarasında, “bu barbarlar (halk yani) neler yapar kim bilir artık?!” diye saatlerce dövünüp ağlayanlar olmuştur.
Demokrasi sözcüğünden duyulan korkuyla bi zamanlar komünizm sözcüğünden duyulan korku arasında hiç bi fark yoktu aslında. Bugün de kimileri, Türkiye’de, İngilizin Fransızın korkusunu dile getirmiyor mu? “Benim oyumla çobanın oyu bir mi?” diye sorandan tutun “Türkiye’yi Hasolarla Memolar mı yönetecek !” diye bağıranlar hala dolanıyor ortalıkta. Aslına bakarsanız, Ergenekon davasının kökeninde de bu yatar. Halka rağmen, gerekirse güç kullanarak
iktidar olma tutkusu. Çünkü halk “aptaldır, beceriksizdir ve de çocuksudur!” (Mustafa Armağan’a teşekkürler)
Diyarbakırspor haklı mı?
Valla bu soruya
cevap vermek çok zor. Kalkıp bin bir güçlükle bi
takım kuruyorsunuz. İçinde yerlisi de var yabancısı da. Doğulusu da Batılısı da. Ve bu takım, sahaya çıktığı her ilde, seyircinin “
PKK defol” naralarıyla karşılaşıyor.
Şimdi, TFF bu konuda ciddi biçimde çalışıyor. Disiplin talimatının 52. maddesine bir fıkra eklendi. Buna göre, bu tür tezahürat yapan seyircilerin takımlarına, puan silmeye bile varan cezalar getiriliyor.
Diyarbakırspor’un biraz daha sabırlı olmasını dilemekten başka yapacak bi şey yok. Maça çıkmaması, ligden çekilmesi, bu bağırıp çağıran terbiyesizlerin ekmeğine yağ sürer. Aman biraz daha sıkın dişinizi!
Meraklısına Not: Gelen yüzlerce e-
mail’e karşın Ercan Saatçi’yle ilgili tek satır yazmayacağım. Bilginiz olsun. Boşuna zahmet edip e-mail yollamayın. Ben sadece kendimce önemli bulduğum, dikkate ve ciddiye alınacak şeyleri yazmaya çalışıyorum.