5 No’lu cehennem


Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi olmasaydı PKK bu durumda olmazdı! 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ağır travmasını yaşayan çevrelerde genel kabul gören bu düşünceye Altan Tan da, “Kürt Sorunu” kitabında (TİMAŞ yayınları) yer veriyor. Yazar Tan’ın babası Bedii Tan da ağır işkencelerden kurtulmak için insanların yanarak ölmeyi göze aldıkları o cehennemden sağ çıkamayanlar arasındaydı. Altan Tan’ın kitabını okurken, ekrandaki 12 Eylül dizisinin “işkence sahneleri”ni çekmekte zorlanmadığını anlatan genç sanatçıların magazin söyleşilerine takıldım. Fikret Kızılok’un “Bu kalp seni unutur mu” şarkısının duygusallığı içinde yüzü gözü dağıtılmış devrimci kızın işkence gördüğü sahneler de sıradanlaşıyordu. O günlerden habersiz dizi seyircileri için birkaç “anarşist”in Filistin askısına çekilmesi, çıplak betona yatırılması, su ve elektrikle sorgulanmasında tepki gösterilecek ne olabilirdi ki? Hem Evren Paşamız, “Asmayalım da besleyelim mi?” dememiş miydi? Tan’ın babasıyla ilgili anılarda ilk kez Hasan Cemal’in “Kürtler” kitabında yer alan, daha sonra Faruk Bildirici’nin Leyla Zana’yı yazdığı çalışmasında anlatılan ağır işkenceler yer alıyor. Felat Cemiloğlu ve Bedii Tan, Şırnak kömürlerini işleten şirkette ortaklar ve 1980 öncesi PKK’nın şantajla aldığı 2 milyon lira nedeniyle 12 Eylül’den sonra örgüte yardım iddiasıyla tutuklanıp, Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’ne gönderiliyorlar. Hayatları boyunca karıncayı incitmemiş, Kürt hareketine siyaseten hiç ilgi duymamış, muhafazakâr eğilimli bu kişilere ağır işkence yapılıyor. Pislik yediriliyor! Bedii Tan, 33 no’lu koğuşta hastalanıyor. Sonunu getiren darbeyi “Gestapo” diye anılan gardiyanın ağır postalından yiyor. Göğsünün üzerine inen tekmeyle yere yığılan Bedii Bey’in onca darbeyle bağırsakları ve böbreği patlıyor. 33 gün sonra ölüyor. Olayın canlı tanığı Selim Dindar cinayeti anlatıyor: “Bedii Tan öldükten sonra koğuşa bir hâkim yüzbaşıyla asteğmen geldi. Bize, bağırsak enfeksiyonundan öldü, diye bir ifade imzalattılar. Aramızda anlaştık. Kim mahkemeye ilk çıkarsa bu cinayetle ilgili suç duyurusunda bulunacaktı. Mahkemeye ilk ben çıkarıldım ve “Bizim koğuşta cinayet işlendi” dedim. Gestapo lakaplı o gardiyan sonra mahkûm oldu. Ben o ifadeden sonra bayılıncaya kadar dövüldüm.” PKK’nın ortaya çıkmasında Diyarbakır cezaevindeki olayların bir “milat” olduğu kanısında Selim Dindar: “Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır cezaevinde insanları birer militan haline getirdiler. Bunların yüzde 80’i dağa çıktı. PKK hareketi 1984’te patladı derler ya, bu tarih, Diyarbakır’da tahliyelerin olduğu tarihtir.” Diyarbakır Cezaevi’ndeki gerçekleri anlatmayan filmler çekilmeden 12 Eylül dizileri çok eksik kalır. 5 No’lu cehennemi Altan Tan’dan okuyun.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER