Geçtiğimiz çarşamba günkü Zaman
gazetesi onlarca aydının fotoğrafıyla bir haykırışı seslendiriyordu. O nüshayı tarihe emanet etmek gerekiyor. Çünkü hem
demokrasi tarihimizin doğru okunması hem de Türk basınının yaşadığı değişimin doğru anlaşılması için
arşiv değeri taşıyor o günkü gazete.
Gazetenin birinci sayfasında birbirine zıt görüşleri olan aydınlar ve gazeteciler
koro halinde önemli şu gerçeği haykırıyordu: '
Ordumuzun içinden Cuntacılar ayıklansın!'
Radikal gazetesinin de benzer bir manşetle çıkması boşuna değil. Neydi insanları birleştiren?
'AKP ve
Gülen'i Bitirme
Planı' başlığıyla ilk defa
Taraf gazetesinde yer alan haber
Türkiye'de büyük tartışmalara yol açtı. Belgenin aslının olmayışı, fotokopi
belge üzerine konuşuluyor olması kafalarda şüpheler uyandırıyordu. Aslında, maalesef, şüphe gerektiren bir durum da yoktu ortada. Zira çok uzun bir zamandan beri TSK içinde bu tip illegal çalışmaların yapıldığı biliniyordu. Daha kötüsü, bazı cunta faaliyetleri ortaya çıktığında ele geçen delillerin örtbas edildiği de herkesin malumuydu. Andıçların, muhtıraların, lahikaların, fişlemelerin sonu gelmiyordu bir türlü!
Onca hadiseye rağmen yetkili makamlar tarafından gereken özen gösterilmedi ve maalesef ordumuz ağır bir yara daha aldı. Ancak bunun bir gün buraya gelip dayanacağı da aşikârdı. Çünkü lahikalar, fişlemeler, andıçlar vs. cezasız kalıyordu. Bu ise cuntacıları cesaretlendirdi, şımarıklaştırdı. Sonunda olan oldu; fotokopi diye tereddüt edilen belgenin aslı da ortaya çıktı.
Adli Tıp'ın kesinkes ispat ettiği üzere belge
Genelkurmay'da hazırlanmış ve altına da
Albay Dursun Çiçek imza atmıştı. Cuntacılar ve işbirlikçileri için artık kaçacak yer kalmamıştı.
Bugün birinin evine
silah koyan, yarın...
İşte tam bu noktada Türk medyası yekvücut oldu ve TSK içindeki anti demokratik çetelere 'Yeter artık!' dedi.
Ahmet Altan,
Yasemin Çongar,
Oktay Ekşi, Hikmet Çetinkaya,
Ertuğrul Özkök, Sedat
Ergin,
Ahmet Taşgetiren,
Taha Akyol, Oral Çalışlar... Hepsinin Zaman'ın manşetinde fotoğraflı bir şekilde yer alması şu anlama geliyordu: Farklı düşüncelerimize, farklı kimliklerimize, farklı hayat tercihlerimize rağmen ortak bir yanımız var: DEMOKRASİ!
Her ne kadar cunta bu belgeye '
İrtica ile mücadele planı' adını verse de, her ne kadar bazı televizyonlar (başta NTV gibi saygınlığı olan bir haber kanalı olmak üzere) bunu haberleştirirken hâlâ, ısrarla ve utanç duymadan bu başlığı kullansa da bu bir nifak planıydı ve halkı ve siyaseti doğrudan
hedef alıyordu. Sadece iktidardaki AK Parti'ye tuzak kurmuyordu. Aynı zamanda
Fethullah Gülen üzerine iğrenç komplolar kuruyordu. Bununla da yetinmiyordu plan. Alevileri
tahrik edecek, ayrılığı ve düşmanlığı körükleyecek olaylar zincirini tertip etmeyi amaçlıyordu. Dış politikanın hassas devlet tercihlerini günlük çıkarlara feda ederek halkı kışkırtmayı,
şehit cenazeleri gibi aziz ve mahzun hatıramızdan
psikolojik harp taktikleri çıkarmayı hedefliyordu.
Buna karşı çıkmak için falan görüşe mensup olmak, filan ideolojiye sahip olmak vs. gerekmiyor; insan olan herkes, insan haklarına saygı duyan her birey, bu şer şebekesine 'Yeter artık! Ordumuzu yıpratmak, TSK'yı halkıyla karşı karşıya getirmek, Türkiye'yi dünyaya rezil etmek işte budur!' demeliydi; nitekim öyle dendi.
Mesela
Cumhuriyet yazarı Hikmet Çetinkaya'nın nasıl bir önyargıyla
Fethullah Gülen yazıları yazdığı herkesin malumu. Buna rağmen o bile CNN Türk'te yayınlanan Tarafsız Bölge'de 'Ben haklarında çok eleştiriler yaptım ama bu planlanan şey yanlıştır.', 'Adamların evlerine, yurtlarına silah koyacaksın; sonra kalkıp
terör örgütü olmakla suçlayacaksın.' deyip
isyan ediyordu. Bu, insafın, vicdanın dile gelişiydi. Doğru olan da buydu. Farklı düşünsek, hatta birbirimizden haz almasak; hatta belli bir oranda birbirimize
öfke beslesek bile iş,
kanun dışı zorbalıklara gelince birbirimize
destek vermemiz gerekiyordu. Bu olgunluk olmadığı takdirde bugün birinin evine silah koyup
rapor tutan cüretkâr, yarın başkasına da aynı şeyi yapacaktır.
Tam 'Türkiye demokrasi sınavından sağcısıyla, solcusuyla, liberaliyle vs. alnımızın akıyla çıktı.' diyorduk ki bazıları ilk günkü karakterli duruşlarından esnemeye, suyu büsbütün bulandırmaya, meseleyi kökten karıştırmaya teşebbüs etti. Ya bir yerlerden fena halde fırça yemişlerdi ya da yazılanlardan bir şekilde rahatsız olmuşlardı. Mesela
ıslak imza makinesi diye bir şey yumurtladılar. Düşünebiliyor musunuz; ıslak imzanın varlığı 23
Ekim Cuma günü medyada yer almaya başladı. O gün bugündür Genelkurmay'dan ikna edici tık bile yok. Resmî bayramlara katılan
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ sorulara bir cümleyle bile
cevap vermiyor. Belge hakkında emri ve bilgisi olduğu söylenen
1. Ordu Komutanı Hasan Iğsız'ın gazetecilerin ısrarlı sorularına rağmen ağzını
bıçak açmıyor; hal böyleyken bazı gazeteciler belge ile ortaya çıkan gerçeği berhava etmek için
komik gerekçeler uyduruyor. İşgüzarlıktan da öte bir durum bu...
Aklıselimin demokrasiden yana olması önemli
Bir cerbeze bir cerbeze ki sormayın. Aman efendim ihbar mektubuyla gönderilen orijinal imzanın bulunduğu belge niçin aylarca bekletilmiş...
CHP lideri bile yılların tecrübesini bir kenara iterek bir suç örgütünün avukatlığını yapmanın vecdiyle bu düşüncelere sarılıyor ve asıl
hesap sorulacak kişilere bir cümleyle bile atıf yapamıyor. Cunta içinde yer aldığı anlaşılan bir adam hayatını tehlikeye atarak ihbar yapmış; bizim medyanın bazı gedikli erkânı 'Niye konuşuyorsun?' dercesine ihbarcıyı dövmeye yelteniyor. Belgede imzası olan Albay Çiçek'e karşı gıkı çıkmıyor da olayı ele veren meçhul adama saldırıyorlar.
En vahimi de şu: Adının başına 'prof' yazan ve
hukukçu olduğunu iddia eden bazı zevat faşizmin en korkunç örneğini sergileyerek lafı şu noktaya kadar geveliyor: Güya askerin siyasete müdahalesi yanlışmış da bir cemaat hakkında plan yapması kabul edilebilirmiş. Yazık! Buna 'cuntacı prof' demek lazım. Zira suçsuz insanların evine silah koymanın meşru bir 'mücadele' olduğunu söyleyen adam gerçekten irtica ile mücadele kapsamına alınmalı; zira en az beş asır öncesinin dehlizinde yaşıyor demektir. Kaldı ki planda tuzak kurulan sadece 'Gülen cemaati' değil; Alevilere de pusu var o planda, milliyetçi kesimlere de pusu var orada...
İstisnai faşizm her zaman vardı; belki her zaman da olacak. Marjinal kesimlerin bulandırma ve sulandırma faaliyetlerine
kulak asmamak gerekiyor. Önemli olan aklıselimin demokrasiden yana tavır koymasıydı. Bu çizgi belli bir oranda tutturuldu. Kamplaşmanın, kutuplaşmanın ortadan kalkması için tam bu noktadan başlamalı her şeye; yani demokrasiden. Yine zikzak çizenler, omurgasızlık sergileyenler olabilir. Ancak artık herkes bilmeli ki demokrasiye yapılan her müdahale yekvücut bir direnişi karşısında bulacaktır. Bu, demokrasinin zaferidir, hukukun zaferidir... Umarım TSK'yı yönetenler de bu gerçeği görür ve içerideki cuntacıları ordumuzdan ayıklayarak bu ülkenin çağ atlamasında öncü görevi üstlenirler...