MALUM
belge haziran ayında ortaya bir fotokopi olarak çıktığında aslına bir türlü ulaşılamayan belgenin gerçek olduğuna kimileri inanmış, kimileri inanmamıştı.
Ben ikinci grupta yer aldım. 28 Haziran 2009’da yazdığım “Kâğıt parçası ve bir
komplo teorisi için bazı notlar” başlıklı yazıda:
“Aldığım
terbiye gereği aksi ispat edilene/belgelenene dek
İlker Başbuğ’un açıklamalarını esas almam gerekir. Şimdi merakla Sivil Savcılığın
soruşturma sonuçlarını bekleyeceğim” diye yazmıştım.
Dayandığım kaide
Genelkurmay Başkanı
Org. İlker Başbuğ’un, ihtiyat payı taşısa da, fotokopi belgeyi “kâğıt parçası” olarak niteleyerek yerden yere çalmasıydı.
Ben “milletin sadık hizmetkârı” bir Komutan’ın yalan söyleyeceğini veya Karargâhı tarafından yanlış yönde yönlendirileceğini düşünememiştim.
Ardından Sivil Savcılık da belgenin orijinalini bulamayınca kanım iyice güçlenmişti.
* * *
Ancak, geçen hafta orijinal belge aniden ortaya çıkıverdi. Üstelik,
Adli Tıp belgedeki ıslak imzanın gerçek ve Dursun Çiçek’e ait olduğunu resmen beyan etti.
Normal yurdum insanı olarak paranoya ile sarmalanmış beynim haberi önce kuşku ile karşıladı. Neden 4.5 ay beklendi? Neden ihbarın açıklanması Hükümet’in “
Kürt Açılımı”nın 19 Ekim’de Habur’da çuvallamasının ardına rastgeldi?
İhbarı yapan kişi belgeyi nasıl çaldı? Genelkurmay çalınan belgenin kimliği belirsiz “birileri” tarafından
imha edildiğine ikna olacak kadar çapsız insanlarla mı dolu vb. gibi sorular zihnimi zorladı.
Ancak, aradan şu kadar gün geçtikten sonra karar verdim ki;
ihbar mektubu ile ilgili ne kadar soru işareti olursa olsun, ortada somut bir
delil var:
Adli Tıp’ın yaptığı bilimsel çalışmalar sonunda yayınladığı
rapor ortada!
O halde, yine aldığım terbiye gereği aksi ispat edilene/belgelenene dek bu kez Adli Tıp’ın açıklamasını esas almam gerekiyor.
* * *
Daha önce yazdığım yazı (28.06.09) ve çeşitli TV kanallarında beyan ettiğim görüşler nedeni ile önce yanlış yönde yönlendirdiğim okurdan,
Taraf Gazetesi’nden ve özellikle haberi ilk kez ortaya çıkaran Mehmet Baransu’dan özür diliyorum.
* * *
“Darbe belgesi”nin gerçek çıkması çok ama çok vahim bir olaydır. Ancak, onu esasen vahim kılan TSK içinde deşifre olan beyinsiz cuntacılar değil,
Genelkurmay Başkanı’nın içine düştüğü durumdur.
İlker Başbuğ daha önce de toprağa gömülü bulunan bazı mühimmatın -sonradan aksi ortaya çıkmıştır- TSK’ye ait olmadığını söyleyerek milleti yanıltmıştır.
Eğer, Adli Tıp mensupları yalan belge düzenleyecek kadar zavallı değillerse; İlker Başbuğ şimdi de:
1) Ya bilerek ve kasten millete yalan söylemiş.
2) Ya da kendi Karargâhı’nın rahatlıkla yalan bilgi ile yönlendirdiği bir
komutan durumuna düşmüştür...
Son dönemde Genelkurmay’dan sızan bilgi bolluğu zaten bu kurumun kevgire döndüğü yönünde kanaat oluşmasına neden oluyordu.
Yukarıda vurguladığım iki olasılık ise birbirinden felaket ihtimaller. Al birini, vur öbürüne!
TSK hepimizin kurumudur, yıpranması hepimizi yaralar. Bu kurumu korumak hepimizin ama esasen komutanların işidir.
* * *
“Gereğini yapmak”, olmazsa “gereğini yaptırmak” milletin atanmış veya seçilmiş sadık hizmetkârlarının bazı durumlarda asli görevi haline gelir!