Malum ‘
belge’ 12 Haziran’da yayımlandı; 1
7 Haziran günkü yazımda ‘ Sonuçları bakımından
Ergenekon davası kadar önemli bir
soruşturmanın eşiğinde olduğumuzu’ ve belgenin ‘sahte olmasını zayıf bir ihtimal olarak görmek çok kolay olmadığını’ yazmıştım. Katıldığım TV programlarında da ‘Orijinali elde edilmeden böylesi belgelerin ifşa edilmesinin akla yakın gelmediğini, belgeyi gün ışığına çıkaranların bir süre sonra orijinal belgeyi gündeme taşıyacağını’ söylemiştim.. Nitekim öyle oldu.
Aradan geçen zaman zarfında neler yaşandığına bakalım..
Birincisi, belgenin mahiyeti ve gerçekliği en üst seviyede
komuta kademesi tarafından bilindiğine göre, iddiaların
hedefi olan albay ve bağlı olduğu komutanlar, olayın basına yansımasından birbuçuk ay sonra toplanan Yüksek
Askeri
Şura vesileyle
emekli edilip, kamuoyuna ‘
Ordu açıkça ifade etmese de bu kişileri bünyesinden ayırarak geçmişten farklı bir anlayışı benimsediği’ kanaatini uyandırabilirdi; ama bu yapılmadı... Keza, söz konusu belgenin ötesinde TSK bünyesinde yasadışı eğilim, faaliyet ve gruplaşmalar olup olmadığını açığa çıkaracak ciddi bir iç soruşturma açılarak komutanlığın tavrı ve meseleye verdiği önem bünyeye yansıtılabilirdi; bu da olmadı.
İkincisi ve bence bunlar kadar önemli bir diğer husus, başta
Albay Dursun Çiçek olmak üzere hakkında bu denli ağır suçlamalar olan kişiler, şayet komploya
kurban edilmek istendikleri iddiasında samimiyseler, kendilerine kurulan tuzağın maşası olarak görmeleri gereken
Taraf Gazetesi dışında aynı istikamete haber yayımlayan bütün basın organlarından şahsen davacı olabilirlerdi, olmadılar.. Bildiğim kadarıyla Dursun Çiçek’in
Ankara’da
Taraf Gazetesi aleyhine 15 bin TL tazminat talebiyle ağustos ayında açtığı bir dava var sadece.
Bugün ortaya çıkan tablo karşısında Genelkurmay’ın nasıl bir yol izleyeceğini bekleyip göreceğiz. Umalım ki
‘Kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışının Silahlı Kuvvetler’e verdiği zarar bu defa fark edilmiş olsun...
Bu aşamada yapılacak soruşturmada bence unutulmaması gereken bir hukuki çerçeve var:
‘Pişmanlık Yasası’.
PKK militanları için yapıldığı düşünülen
düzenleme yaygın kanaatin aksine aslında her türlü yasadışı örgütsel faaliyete katılanları kapsıyor. Geldiğimiz noktada
Türkiye’nin ihtiyacı ‘Belge sahte mi gerçek mi, gerçekse kim kaleme aldı, ıslak
imza kimin’ sorusuna
cevap bulmakla sınırlı olmamalı.. Savcılığın ifade vermeleri için çağırdığı kişilere gerekirse istedikleri her türlü güvence verilmek suretiyle söz konusu örgütlü faaliyetin yapısı ortaya çıkarılmalı. Ve bu noktadan sonra hükümet 1960 ihtilalinin ürünü
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun sorunlu maddelerini değiştirmeyi süratle gündemine almalı... Yapılması gerekene gelince, o da sır değil,
kanun Atatürk’ün emriyle onun döneminde çıkarılan hale getirilebilir.. Tabii vur deyince öldürmeden. Yani iş asker kişilerin seçimlerde oy kullanamaması türünden çağımızda geçerliliği olmayan noktalara vardırılmadan...
NOT: İki gün önce CNN-Türk’te Saba Tümer programında sanat dünyamızın yüzük taşlarından bir ismi, Selda Bağcan’ı konuk etti. Bağcan’la aynı lisede Ankara
Kurtuluş Lisesi- aynı sınıfta okudum. Ve onun İspanyolca
şarkılar söylediği günlerden itibaren sadık bir dinleyicisi oldum. 70’lerin tablosunda farklı düşünce ve endişelerle hareket etmiş olmama gelince, bunu da hiçbir zaman hayranı olmaya engel görmedim. Zira Bağcan’ın sadece Türkiye için değil tüm
müzik dünyası için önemli bir
sanatçı olduğuna inandım.
Programda kimin ne kadar dikkatini çekti bilemem, ama günümüzün ‘Açılım’ tartışmaları,
Kürtçe şarkı söyleme yarışı, Kürt olduklarını açıklama furyasına katılan sanatçılarla ilgili bir değerlendirme yaptı Bağcan. Bunların fazla para kazanmaya başlayınca Türk, parasız kalınca Kürt olduklarını hatırlamalarındaki traji/
komik hale değindi.
Özal zamanında
Kürtçe yasağının kalkmasına rağmen o zaman Kürt olduklarını akıllarına getirmeyip şimdi akıntıya
ağız uyduranlardı sözlerinin muhatabı kuşkusuz. Bağcan, yasağın kalkmasından sonra
Kürtçe şarkı söyleyen tek sanatçıydı.
Bağcan’ın sözünü ettiği Özal’lı yıllarda şimdi
Radikal yazarları arasında olan dönemin
Kültür Bakanı
Namık Kemal Zeybek’in Bence en başarılı kültür bakanlarından biridir- danışmanıydım. Ve o günlerde muhtemelen
işletme belgesi verilmeyeceği, daha ötesi yasaklanacağı düşünülerek çekilmiş olan sinema filmi ‘Mem u Zin’e benim de katkımla işletme izni çıktı.
Film vizyona girdiğinde galasına katılmaktan korkmaları bir yana, en sert tepkinin Kürt kökenli sanatçılardan geldiğinin ‘Böylesi kışkırtıcı çıkışlar
yüzünden sanat dünyasında yer tutmaya çalışan Kürtlerin hedef haline geleceği’ yorumlarının tanığıyım.