Bir Silahlı Kuvvetler Komutanı, çalıştığı katta hazırlandığı ispatlanan “askeri
darbe yapmaya yönelik bir cunta çalışmasının” ortaya çıkmasını isteyenleri rahatça “orduya karşı asimetrik
psikolojik harekat” yapmakla suçluyor.
Aradan dört ay geçmeden, aslında bunun askeriyenin neredeyse tüm
yönetim katını saran “
demokrasiye karşı asimetrik bir fiili harekât” olduğu anlaşılıyor.
Şaşılık mı?
Körlük mü?
Art niyet mi?
Yetersizlik mi?
Generallerin demokratlara karşı çok sevdikleri üslupla “maksatlı bir çarpıtma” mı?
Neyse ne, ama “doğruları” işaret edenleri böylesine ağır ve fütursuzca suçlayan üsluba rağmen dört ay ilerisini bile öngöremeyen bir zafiyetin varlığı ortada.
En tepe yönetimdeki bu eksiklikler orduyu yıpratmaz mı?
***
Ayrıca...
Genelkurmay’ın kendi yönetim katında oluşturulan bir
belgeyi, “askeri
savcılık” araştırması üzerinden “kâğıt parçası” olarak sunması ve büyük bir iştahla bunu savunması da kendi başına bir skandal, “orduyu çok ağır yıpratan” bir “yönetim beceriksizliği” değil midir?
Genelkurmay katında olup bitenden bu kadar habersizsek, sınırlardaki güvenlik nasıl sağlanacak?
Yok, haberliysek ve üzerini örtüyorsak, bu nasıl “demokrasiye ve hukuka” bağlı bir zihniyet?
Genelkurmay’ın bu açmazı orduyu yıpratmaz mı?
***
Üzücü olan...
Gerekeni yapmak yerine, doğruların peşine koşanlara
hakaret etmenin ve onları korkutmayı yeğlemenin...
Belgenin ortaya çıktığı gün yazdıkları ile dün yazdıkları arasındaki fark ile “milli dansözlere” dönen TSK gazetecilerine güvenerek cuntacılığı unutturmaya kalkmanın, gittikçe toplumsal
eleştiri ve güvensizlik dozunu artırması.
Genelkurmay’ın
Dursun Çiçek’i korumaya kalkmasının, o nedenle de orduyu çok yıpratan bir yanlış olduğu görülmekte.
***
Tabii aynı mantıkla kaleme alınan önceki günkü
bildiri...
“
Türk Silahlı Kuvvetleri, hukuk devleti ve demokrasi ilkelerine bağlıdır ve saygılıdır.”
“Bu ilkelere aykırı düşünce içinde olan ve davranışlarda bulunan personelini Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde barındırmaz.”
“Türk Silahlı Kuvvetleri, her ortamda, hukuk devleti ilkelerine, hukukun üstünlüğüne,
soruşturma usul ve yöntemlerine bağlı olduğunu söylem ve eylemleriyle ortaya koymuştur ve koymaya da devam edecektir.”
Bunlar uykudan önce çocuklara anlatılan masallara döndü.
Örneğin bu söylenenlere “27
Nisan Muhtırası” dâhil mi, değil mi?
Ya da...
Dursun Çiçek Belgesi sonrasındaki tavır bildiriye dâhil mi, değil mi?
Genelkurmay’ın matrağa alınan bu tür bildirileri de “orduyu” yıpratıyor, kurumun ciddiyetini ve ağırlığını yok ediyor.
***
Doğrusu, son olup bitenlerle, artık ayyuka çıkan skandallarla kendi ordusunu böylesine yıpratan bir yönetim görmedim.
Ordu çok önemli bir kurum olduğu için “yönetim yanlışlarını” eleştirip duruyoruz.
Cuntacı zihniyetin de “gerçek bir ordu” isteyenlere nasıl yaklaştığı, nasıl rezilane bir psikolojik savaş yönettiği en iyi bu son belge sürecinde ortaya çıktı.
Artık sadece hukukun değil, siyasi iradenin de gerekeni yapmasının zamanı geldi.
Orduyu yıpratan bu yönetim anlayışına hiç birimiz daha fazla tahammül edemeyiz çünkü...