Komplo belgesi, neden şimdi?


AK Parti Hükümeti ve Fethullah Gülen'e karşı komplo düzenlemeyi öngören belgeyle ilgili birçok soru sorulabilir. Sorgucuları, demokratik refleksle konuya yaklaşanlar ve minder dışına taşımaya çalışanlar diye iki gruba ayırabiliriz. Birinci gruptakiler tabiatıyla önce muhtevaya odaklanıyor. Meşru hükümeti de kapsayacak şekilde, halkın psikolojik harp taktikleri ile sindirilmesi, yoktan suç delilleri oluşturulması, medya kullanılarak yargısız infazlar yapılması gibi tüyler ürpertici girişimler sorgulanıyor. Kimsenin bu hak ve yetkiye sahip olmadığı vurgulanıyor. Yine bu minval üzerine belgede imzası bulunan Albay Dursun Çiçek'in tek başına olup olmadığının cevabı aranıyor. Albay Çiçek'i günah keçisine dönüştürüp gerçek suçluların aradan sıvışmaması için karanlık bölgelere ışık tutuluyor. Belgenin üretilmesi ve deşifre olunca karartılması fiillerine bizzat katılan veya ihmali ile yardım ve yataklık edenler ırgalanıyor. İddia edilen Ergenekon Terör Örgütü'nün muhtemel uzantılarını kestirebilmek için mesai harcanıyor. Konuyu minder dışına taşımayı amaçlayanlar da birtakım sorular gündeme getiriyor. Mesela 'neden şimdi ortaya çıktı?' deniyor. En mantıksız soru bu, zira Türkiye'nin gündemi hiç soğumadığı için ne zaman ortaya çıksa aynı şeyler söylenebilir. İşin ilgi çekici yanı bazıları 'neden bu kadar gecikti?' derken, bir kısmı ise 'niye bu acele?' havasında. Askerî şahısların sivil mahkemelerde yargılanmasıyla ilgili kanunun Anayasa Mahkemesi'ndeki sürecine dikkat çekenler ihbarcı subayı 'aceleci' bulurken; gecikme eleştirisini yapanlar somut gerekçe sunamıyor. Ortaya çıkarsa ancak ihbarcı cevaplayabilir. Kişisel kaygılar veya konjonktürel gerekçeler olabilir, hiç önemi yok. Belgenin hazırlayıcıları ve içeriğinin vahametini örtecek malzeme buradan çıkmaz, boşuna uğraşıyorlar. Diğer soru "neden Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na değil de İstanbul'daki Ergenekon savcılarına gönderildi?" şeklinde. Belgenin ilk kez Ergenekon Terör Örgütü davası tutuklusu avukat Serdar Öztürk'ün bürosunda yakalandığı görmezden geliniyor. Ankara'nın sadece belgenin sahte olma ihtimalini araştırdığı biliniyor. Belge gerçekse ve ilk olarak bir Ergenekon tutuklusunda ele geçirilmişse adresi bellidir. Ankara'ya gitseydi bile Ergenekon savcılarına iletilmesi dışında bir şey olmazdı. Açıkçası bu kapıdan da ekmek çıkmaz. 'Neden medyada ihbar mektubu ile ilgili haberler yer alıyor?' sorusu da çok mantıklı değil. Kamu adına görev yapan medyanın, hükümete ve sivil halka yönelik provokasyon planlarına duyarsız kalması, kendini inkâr anlamı taşır. Aslında soruyu şu şekilde sormak daha doğru olur: Neden bazı şeyler hakkında işlem yapmak için medyada yer alması bekleniyor? Medya bu konulara ilgi göstermeseydi aynı sonuçlar ortaya çıkar mıydı? Kırık kolu yenden çıkarmanın yegâne yolu basın gücü gibi gözüküyor. Mesela nöbette uyuyan askere ceza olarak pimi çekilmiş el bombası verilmesi ve dört erin şehit olması... Basına aksetmeseydi olay kaza ve eğitim zayiatı olarak kayıtlarda durmaya devam mı edecekti? Hükümete ve millete komplo planı, basının takibine rağmen örtbas edilmeye çalışıldığına göre; medya olmasaydı sorusunun cevabını düşünmek bile istemiyorum. Mızrak bu sefer çuvalı parça parça etti. Eski oyalama taktikleriyle sonuç alma imkânı kalmadı. Artık gerçekliği kesinleşen belgenin muhtevasını ve bütün failleri konuşma zamanı. Hiçbir illüzyon, seçilmiş meşru hükümete karşı komplo kurmayı göze almış bir cuntanın varlığını örtbas edemez. Halk buna müsaade etmez. Kendini inkâr etmeyi göze almayan siyasî irade de bunu hazmedemez. Ve Başbakan Tayyip Erdoğan'ın söylediği gibi "Türk ordusu da bu lekeyi kabullenemez." Kabullenmediğinin en bariz göstergesi büyük riskleri göze alan şerefli Türk subayı değil mi?
<< Önceki Haber Komplo belgesi, neden şimdi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER