Barıştan başkasına oynamak...


Dünkü yazımın son cümlesi şöyleydi: "Barış dendiğinde keşke herkes barışı anlasa..." İçinde yaşadığımız günler, en çok böyle bir temenniyi gerekli kılıyor. Hareketli, heyecanlı günler yaşıyoruz. Mahmur Kampı'ndan ve Kandil'den 34 kişi geldi, teslim oldu ve serbest bırakıldı. Bu, herkeste bir umut uyandırdı. "Artık dağ sona eriyor, örgüt silahları bırakıyor, barış gelecek!" Dile kolay, tam 25 yıl. Düşük yoğunluklu savaş diye nitelenen bir sıcak ortam. Asker ya da PKK militanı, 40 bini aşkın insan ölmüş. Hepsi bu ülkenin insan kaynağından kopup gitmiş. Ölenlerin yanında, Doğu-Güneydoğu'nun içinde bulunduğu ameliyat ortamı, müthiş bir kan kaybı sonucunu doğurmuş. Hatta sadece Doğu-Güneydoğu değil, Anadolu'nun her yanından askere gidip gelenler, ister şehit düşsün ister düşmesin, yurt çapında müthiş bir duygu fırtınasının esmesine yol açmış. Ana yüreği-baba yüreği, bacı-kardeş yüreği, eş-nişanlı yüreği yanmış, yanmış... Dağdaki savaş yanında Doğu-Güneydoğu'da, hem hukuki, hem fiili anlamda sürüp gelen olağanüstü hal, bölge insanında müthiş travmalara sebep olmuş. Faili meçhuller apayrı bir cinnet çizgisi. Cezaevlerindeki uygulamalar apayrı bir mezbaha ortamı. Ya dağdakinin psikolojisi... 10 yıl, 20 yıl orada bulunan... Elinde silah, öfke dolu ve o öfkesine misyon yüklenmiş adamlar... Böyle bir vasat içinden barışı çıkarmak. Asla kolay değil. Herkesi bu ülkede barış olabileceğine inandırmak... Kolay değil. Bu ülkenin barış içinde, herkese en özgür ortamı sağlayabilecek şartları gerçekleştireceğine inandırmak... Kolay değil. İnsanları birbirine güvenir hale getirmek... Kolay değil. İnsanları, bu olayı, siyasi hesapları bir kenara koyarak değerlendirme gereğine inandırmak... Kolay değil. İşte, böyle bir psikolojik vasatta, bazı adımlar atılıyor. Ben burada, en halisane düşüncenin, devleti yönetenlerde olması gerektiğine inanırım. Çünkü memlekette barışın gerçekleşmesi, en çok onların işini kolaylaştırır. Her kan, memleket yönetimini zora sokar. 100 milyarları bulan bir maddi kayıptan söz ediliyor düşük yoğunluklu savaşın bedeli olarak... Bir devlet yönetimi, bu kaynağı, dağa taşa, insanların ölümüne harcayacağına, okul yapmak için, bir çocuğun önünü açmak için, bir işsize iş temin etmek için, bir anneye sağlık getirmek için harcamak istemez mi? Ama dağlara bomba yağdırıyor ve 25 yıldır terörü durduramıyorsunuz. İnsanlar ölüyor, ölüyor, ölüyor. Her ölümde bir ocağa ateş düşüyor. Devlet şehit cenazesi kaldırmaktan yoruldu desem yanlış olmaz. Doğu-Güneydoğu'da dağlarda kalan cesetlerin, onların ana-babalarının yüreğini bir mezarlık haline getirdiğini söylesem yanlış olmaz. Bunu normal gören bir devlet mantığı olmamalı diye düşünüyorum. Ergenekon mergenekon... Hastalıklı bir yapı oldu belki. Ama şu andaki iktidar, o hastalıklı yapıdan da kurtarmak gibi bir misyon taşıyor. Onun için, ben, şu anda Ankara adına icraat yapan siyasi kadronun, barışı iyi niyetle istediği kanaatindeyim. Onun için devlet adına bir "Dize getirdik" söylemi seslendirilmiyor. Dağdan inenlere bir rehabilitasyon kapısı aralanıyor. Peki ya ötekiler? Ötekiler, berikiler, hepimiz, barışa, sadece barışa katkı sağlamak gibi bir niyet arınması içine girmeliyiz. "Devleti dize getirdik" gibi gerçekle hiç alakası bulunmayan havaların içinde barış bulunmayacağı açık. Bu koyundan birkaç post çıkaralım hesapları çıkar yol değil. Ve "Bu memlekette asla barış olmaz" gibi kategorik çıkışlar, akıl işi değil. Sağlıklı eleştiriler, yol göstermeler yerine, siyasi polemiklerle süreçten rant üretmeye kalkışmak ülkeye iyilik değil. Askere gönderdiğimiz çocuklar kurtulsun. Sokaklarda polis taşlayarak büyüyen çocuklar kurtulsun. Dağda ömür tüketenler kurtulsun. Anaların, babaların, bacıların, kardeşlerin, yavukluların yüreği kurtulsun. İnanıyorum ki Türkiye, 72 milyonun kardeşliği ile çok daha güzel günlere layık. Gelin, dilimiz barış dediğinde, yüreklerimiz de barış desin.
<< Önceki Haber Barıştan başkasına oynamak... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER