SEDAT
Ergin’e Milliyet’in genel yayın yönetmenliği
teklifinin yapıldığı anı, bugün gibi hatırlıyorum.
Hanzade Doğan Boyner’in evindeydik.
Vuslat Doğan
Sabancı da oradaydı.
İçimden bir ses “İnşallah kabul etmez” diyordu.
Sedat’ı 30 yıldan fazla bir süredir tanıyordum.
Onun
Hürriyet’e yaptığı çok büyük katkıları en iyi bilen insandım.
Benim, gazetedeki en büyük güç kaynaklarımdan biriydi.
* * *
Teklif aldıktan sonra bana fikrimi sordu.
Şu cevabı verdim:
“Ben sana ne git derim ne de gitme. Kendi kararını kendin ver.”
Hürriyet’in genel yayın yönetmenliği bana, kötü insanların ne dedikodular çıkarabileceğini, ne
komplo teorilerine
kurban edileceğimi ziyadesiyle öğretti.
Vereceğim bir fikir yüzünden Sedat’ın arkadaşlığını kaybetmekten korkuyordum.
Sedat’a “Git” desem, “Bak Özkök bir rakibini daha elimine etti” diyecekler.
“Gitme” desem, “Çocuğun önünü kesti” diyecekler.
Sadece şunu söyledim:
“Ama bu soruyu bana ‘Sen olsan ne yapardın’ diye sorarsan, cevabım şu olur:
Gitme, Hürriyet’te kal...”
Sedat kararını kendi verdi ve gitti.
Tahmin ettiğim gibi, arkasından beklediğim komplo teorileri dökülmeye başladı.
* * *
Pazar ve
pazartesi günü Ayşe Arman’ın
Sedat Ergin’le yaptığı mülakatı okudum.
“İşte benim 30 yıllık arkadaşım” dedim.
“Komplekssizlikte
Ertuğrul Özkök’le yarışamam” diyor ya inanmayın.
Yarışır ve bana nal toplatır.
Bir insan kendiyle ilgili gerçekleri anlatırken bu kadar mı komplekssiz ve gerçekçi olur?
Bu kadar mı Sezar’ın hakkını Sezar’a, kendininkiniyse başkalarına verir.
Yıllardır Türkiye’nin en önemli gazetelerinde önemli görevler yapmış, Türk basınında
efsane haline gelmiş, en azından üç gazetecilik başarısına
imza atmış bir insan, egosuna bu kadar mı söz geçirebilir?
Bütün hayatını başkasına küfrederek, başkasının yazıları üzerinde
parazit taptap dansı yaparak geçiren ve bundan zerre kadar utanmayan yazarlar, zeplin kadar şişmiş egoları kendilerine hak görürken, Sedat’ın sonuna kadar hak edilmiş, alın teriyle kazanılmış mütevazı bir egoyu bile kendine fazla görmesi beni şaşırtmıyor.
Hayran bırakıyor.
* * *
Özdemir İnce’nin, Doğan Hızlan için söylediği bir söz var:
“Doğan Hızlan bir yerdeyse, orası meşrudur” diyor.
Ben de diyorum ki, “Sedat bir yerdeyse, orası prestijlidir.”
Benim iflah etmez iyimserliğime karşı o gerçekçidir, ayakları yere basar.
Benim sallapatiliğime karşı o titizdir, ayrıntıcıdır.
Benim boş verciliğime karşı o doluya alıcıdır.
Bakmayın kendisine yaptığı haksızlıklara.
“Renksizim” diyor ya, sakın inanmayın.
Hayatımda gördüğüm en renkli insanlardan biridir.
Dalga geçmeyi en az benim kadar bilir.
Ama işe gelince, benim haytalığımın zerresi yoktur onda.
* * *
Hürriyet velut bir gazetedir.
20 yıl boyunca birlikte çalıştığım arkadaşlarım arasından 8 genel yayın yönetmeni çıktı. Hemen hepsinin gittiğine üzüldüm, ama başarılarına sevindim.
Bugün Hürriyet çatısı altında 5 eski genel yayın yönetmeni çalışıyor.
Fikret Ercan, Seçkin Türesay,
Mehmet Yılmaz, Sedat Ergin,
Yalçın Doğan...
Bir de hâlâ Referans Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini de sürdüren
Eyüp Can var.
Babıâli’de genel yayın yönetmenleri, gazetede eski genel yayın yönetmenlerinin bulunmasından pek hazzetmezler.
Onları tehdit olarak görmese bile, kendi kuyularını kazdıkları gibi bir hisse kapılırlar.
Ben bu duyguyu hiçbir zaman taşımadım. Tam aksine o arkadaşlarımın çok yararını gördüm.
Sedat Ergin, sadece Türkiye’de değil, dünyada en saygı duyduğum gazetecilerin başında gelir.
Bana göre çok iyi bir genel yayın yönetmeniydi.
Kimsenin şüphesi olmasın ki, Hürriyet’te de genel yayın yönetmeni kadar etkili bir gazeteci olarak çalışacaktır.
Diyorum ya, Sedat Ergin bir yerdeyse, orası prestijlidir.