Bizdense koy sepete


Sanatın her dalında belli disiplinlerin olması, birtakım kuramsal yaklaşımlar ile yapılması/eleştirilmesi gayet doğaldır. Ancak ideolojinin idrakleri kilitlediği ortamlarda belirli kamplaşmalar ve bunun sonucunda 'bizdense kötü bile olsa başımızın üzerindedir' mantığı, sanatı bitiren unsurların başında gelir. Kişisel olarak devletin sanata maddî yardım yapmasını asla doğru bulmadım. Modern bir devlet, sanatı desteklemek istiyorsa onun önündeki engelleri kaldırmalı, sanatı oluşturan şartları kolaylaştırıp, imkânlarını genişletmelidir. Bugün ilgili bakanlıklardan alınan üç beş kuruşla yapılan sanatın yekûna bir katkısı olduğunu zannetmiyorum. Geçmişte çok yaşadık böylesine tuhaf ve trajikomik deneyimleri. Sağ olsun koalisyon hükümetlerinin solcu bakanları devlet imkânlarını kendi ahbap yarenlerine peşkeş çekerek ülke sanatını bir yere getirebileceklerini zannettiler. Sonuç kısa sürede ortaya çıktı. Sinema sektörü örneğin... Yıllar boyu bunalım filmleri, kadın meseleleri adı altında marjinal ve tuhaf hikâyeler devletten destek gördü, sanatın kıyısında dahi bulunmayan insanlara 'büyük sanatçı' muameleleri yapıldı. Sonuçta Türk halkı salonlardan koptu, yabancı film şirketleri ele aldı film işletmeciliğini. Aldığı üç kuruşluk devlet yardımını 'sus payı' olarak gören sanatçı görünümlü tüccarlar da hiç ses çıkarmadılar bu çarpık sisteme. Bugün hâlâ sinema salonlarından alınan rüsum, eğlence mekânlarına uygulananla aynıdır. Ve kimse de bundan rahatsız olmaz açıkçası. Devlet nazarında sinema salonuyla Yenikapı'daki bir pavyon arasında hiçbir fark yoktur! Diğer kalemlerde benzer şeyler var. Oysa birkaç kişiye dağıtılacak birkaç bin liradan çok daha önemli şeyler yapmak mümkün. Sadece vergi oranlarında yapılacak düzenlemeler ile devletin hiçbir katkısı olmadan sektörü rahatlatmak ve çekilecek film sayısını artırmak, piyasaya yeni girecek sinemacıları cesaretlendirmek mümkün. Lakin sektörde kimsenin sesi çıkmaz pek bu konularda. 'Bir tanıdık bulsak da, üç beş kuruş destek alsak' derdinde sektör. Halbuki, sadece sponsorluk müessesesini teşvik ederek yapılan devlet yardımlarının yüzlerce misli maddî katkıyı yapmak mümkün sinema alanında. Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'a belediye başkanı seçildiği dönemde kültür sanat muhabirliği yapıyordum. İsmi lazım değil, her yıl festival düzenleyen bir özel kuruluşun yetkililerinin nasıl bir endişe içine girdiklerini hatırlıyorum mesela. Sıkıntı; belediye kaynaklarının bir anda kurumasından doğan endişe kaynaklıydı. Şunu ifade edeyim de, meselenin kişisel olmadığını vurgulamış olayım: Antalya'da düzenlenen festivali takip etmeyi bırakalı neredeyse 5 yıl oldu. Festival adı altında eşe dosta üç-beş günlük tatil yaptırmanın ne sektöre katkısı oluyordu ne de ödüller sonrası yapılan kayıkçı kavgalarının gürültüsünü çekmeye. Dolayısıyla kimse kalkıp, 'belediye değişti diye bunlar söyleniyor' zevzekliğine başvurmasın! Pek az ülkeye nasip olan 'Altın Çağı'nı yaşadıktan sonra, önce televizyon, ardından erotik filmler furyası, peşi sıra darbe, sonrasında video ve akabinde sol partilerin ideolojik sanat yapma çabasının kurbanı olan ve dip noktayı bulan Türk sineması, son birkaç yıldır tekrar ayağa kalkmaya çalışıyor. Türk filmleri, sayısal ve gişe olarak yabancı filmlerle yarışır hale geldi. Olay tam bu noktada iken Antalya Belediyesi özelinde yine eski 'ideolojik' günlere dönme hastalığı korkarım ki, sinemamızı tekrar geriye götürecektir. Sanatçıların birbirlerine 'Organizasyon berbat ama solcu belediye, sesinizi çıkarmayın' şeklinde uyarıda bulunması da bunun tipik göstergesidir bence. Jüri seçiminden ödül dağıtımına, otel tercihinden davetiye rotasyonuna kadar neredeyse 20 yıl geriye giden organizasyon, insanı endişelendiriyor. Bütün bunlara başta söylediğim 'her şeyi devletten bekleme' kolaycılığı da eklenirse korkarım ki Türk halkı ile Türk sineması arasına yine derin uçurumlar açılacak gibi.
<< Önceki Haber Bizdense koy sepete Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER