Barış özellikle Ortadoğu’da karmaşık, çetrefil bir konu. Çünkü çok boyutlu bir sorun... Tüm sorunların anası bence ‘inkârcılık’tır.
Ortadoğu’da barış isteniyorsa,
İslam âleminde İslamcı radikalizmin yolu kesilmek isteniyorsa, o zaman
İsrail’in ‘
Filistin inkârcılığı’nın sonu gelmelidir
Yağmur birden bastırdı. Boğaz’ın üstüne usul usul sis çöküyor.
Sabah vakti attıkları ağların etrafında dolanan balıkçı motorları belirsizleşmeye başladı.
Pencereme vuran yağmur tanelerinin şakırtısıyla birlikte Karadeniz’den doğru esen sert rüzgâr ve kapkara
bulut kümeleri kışı haber veriyor.
Bilgisayarın başına oturdum.
N’apayım, yazıyı bekliyorum.
Konusu barış olacak.
Türkiye’de, Ortadoğu’da barış.
Ama neresinden başlamalı?..
Not defterim ve kafam o kadar dolu ki.
Salı günü
Kuzey Irak’ta Süleymaniye’den başlayan, Şaklava, Selahaddin ve
Erbil üzerinden
Bağdat’ta devam eden,
Perşembe gece yarısından sonra
Başbakan Erdoğan’la birlikte
Ankara’da sona eren üç günlük geziyi gözümün önünden geçiriyorum.
Irak Cumhurbaşkanı
Talabani,
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı
Barzani ve kurmaylarıyla görüşmeler...
Kürt yönetiminin halef selef başbakanları
Neçirvan Barzani ve Behram Salih’le, Irak
Dışişleri Bakanı Hoşyar
Zebari dahil bazı Irak’lı bakanlarla sohbetler...
Acı çekmek gerekiyor mu?
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun söyledikleri, Dışişleri Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu’nun değerlendirmeleri... Son olarak da, Bağdat’tan İstanbul’a uçarken Başbakan Erdoğan’dan dinlediklerim...
Hepsini ve izlenimlerimi toparlamaya çalışınca, özellikle dünyanın bu bölgesinde barışın ne kadar çetrefil, ne kadar zor bir şey olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Gerçekten öyle.
Bu coğrafyada ne zaman dolaşsam hep aynı duygular uyanır içimde. Bu toprakların acı ve trajediye doymayan terkibini düşünürüm. Ve her seferinde içimi özellikle acıtan bir şey yaşarım.
Bu kez de öyle oldu.
Saddam Hüseyin’in Kuştepe Katliamı’nı çarşamba günü Selahaddin’deki Başkanlık Sarayı’nın koridorlarından birinde
Mesud Barzani’nin ağzından dinlerken, bu gibi durumlarda olduğu yine o klasik söz geldi takıldı aklıma:
Yaşamak için ille de acı çekmek mi gerekiyor?..
Belki de öyle.
Tarih maalesef kan ve gözyaşıyla yazılıyor. Sonra da, çekilen acıların olgunlaştırdığı insanlar sonunda savaş değil, barış yolunu seçiyor.
Sorunların anası: İnkâr
Ama o arada olan oluyor.
Adı
Saddam Hüseyin olan eli kanlı bir diktatörün askeri güçleri, 1983’te bir gün, Barzani’lere adını veren Irak Kürdistanı’ndaki Barzan bölgesini basıyor. Barzan aşiretlerinden yaşları 14’le 90 olan erkeklerin tümünü, tam sekiz bin kişiyi topluyor. Sonra da hepsini tek bir emirle kurşunlatıp toplu mezarlara gömdürüyor.
Dağlık Barzan bölgesini gösteren renkli fotoğrafın başında o korkunç insan kırımını anlatırken şöyle diyor Mesud Barzani:
“İçlerinden 37’si benim ailemdendi, üçü de öz ağabeyimdi.”
Saddam’ın bu zulmünden Irak
Kürtlerini kurtaran ABD Başkanı George W.
Bush’un açtığı savaş oldu. Evet, bu savaş Irak’ı da kan gölüne çevirdi. Ama Iraklı Kürtlere Başkan Bush hakkında kötü bir şey söyletmek güçtür.
O yüzden, barış özellikle dünyanın bu coğrafyasında karmaşık, çetrefil bir konu. Çünkü çok boyutlu bir sorun. Barış istiyorsan birçok faktörü göz önünde tutmaktan başka çaren yoktur.
Notlarıma bakıyorum.
Irak Kürdistan Yönetimi’nin yeni Başbakanı Behram Salih’le sohbet ederken şöyle demiş:
“Saddam Hüseyin’in kendisi için ne anlama geldiğini Irak’lı bir Kürde sorarsan genellikle iki şey söyler. Etnik
temizlik ve Araplaştırma...”
Hep aynı şey.
Özünde milliyetçilik yatan, kendisini üstün gören, kendi değerlerini başkalarına da zorla kabul ettirmeye çalışan o milliyetçilik illeti...
Mesud Barzani’yle konuşurken bir noktayı özellikle vurguladı:
İnkârcılığa son vermek!
Bölgede onca zamandır yaşanmakta olan
Kürt meselesi dahil tüm sorunların anası bence de ‘inkârcılık’tır.
Bakın bölgenin yakın tarihine.
Irak’ta özellikle Saddam diktatörlüğünde inkâr edilen Kürtler ve Şiiler... Suriye’de bastırılan Sünniler... İsrail devleti tarafından inkâr edilen Filistinlilerin hakları... Ya da İslam âlemindeki radikal İslamcılar tarafından ya da
İran tarafından inkâr edilen İsrail devletinin varlığı... Ya da Türkiye’de Kürtlerin inkâr edilen dili, kültürü...
Barzani’nin sözünü düşünüyorum:
“Meselelerin inkâr edilmesi ne yazık ki onların çözümünü getirmedi. Eğer hep birlikte barış içinde yaşamak istiyorsak, inkârcılıktan vazgeçmeliyiz.”
Katılıyorum.
Barış özlemi çok büyük, bizim de yaşadığımız yer yuvarlağının bu noktasında.
Bölgenin barış özlemini giderebilmek için Türkiye de yoğun bir çaba içinde.
Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’dan oluşan ‘
şeytan üçgeni’ni bir ‘barış üçgeni’ne çevirmek için Ankara elinden geleni yapıyor.
Kürt
açılımı da,
Ermeni açılımı da bu paketin parçaları. Türkiye’nin Irak’la Suriye’yle sınırlarını bir barış hattına dönüştürmek de öyle...
Başbakan Erdoğan’la perşembe gece yarısından sonra Bağdat’tan Ankara’ya uçarken özellikle bu konuları konuştuk.
Bu arada, güvenlik gerekçesiyle örülen ve Bağdat’ı tam bir labirente çeviren yüksek
beton duvarların bir yıl öncesine göre azaldığını söyledi Erdoğan...
Peki ya İsrail ile ilişkiler?
Güvenlik eskisine göre daha iyi, gitgide düzeliyor Bağdat’ta.
Hayat normalleşiyor. Ama barış yine de kolay değil, tıpkı Bağdat’ın o beton duvarlı labirentlerinin içinde kaybolmak gibi bir şey...
Çekilmiş olan büyük acılar insanları, tabii en başta siyasal kadroları ne kadar olgunlaştırdı sorusu hâlâ geçerliğini koruyor Irak’ta. Bu ülkede değişik mezheplerden, etnik farklılıklardan kaynaklanan görüş
ayrılıkları, husumet ve düşmanlıklar herhalde barış yolundaki en büyük engeller olmaya devam ediyor.
Irak’ta petrolün, siyasal iktidarın ve toprağın paylaşımıyla ilgili anlaşmazlıklar hâlâ ülkenin yakın geleceğini, barış ve istikrarı tehdit ediyor.
Türkiye’nin gerek Irak’a, gerekse Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne yönelik politikaları doğru yolda, barışı ciddi olarak amaçlayan adımlardan oluşuyor.
Başbakan Erdoğan Ankara’ya dönerken, yakında Erbil’de başkonsolosluk açılacağını ve Kürt yönetimiyle üst düzeyde temasların başlayacağını da söyledi.
Nitekim, Irak Dışişleri Bakanı
Hoşyar Zebari’yle Bağdat Havaalanı’nda Başbakan Erdoğan’ı beklerken yaptığım kısa sohbette Türkiye ve bölgeyle ilişkiler için şöyle dedi:
“Yepyeni bir ruh söz konusu... Artık ilişkiler sadece PKK’ya endeksli değil.”
İsrail’le ilişkilere gelince...
Erdoğan, İsrail’le
Gazze dolayısıyla ilişkilerde yaşanmakta olan gerginliğe ilişkin görüşünü kısaca açıklarken, ne kadar haklı olduğunu söyledi, Bağdat’ta bu konuda kendisine sadece teşekkür edildiğini belirtti.
Ortadoğu’da barışın olmazı
Şimdi, bir dakika!
İsrail’i bu köşede Filistin sorunu nedeniyle çok eleştirdim. Özellikle Gazze’den dolayı eleştirilerim daha da ağırlaştı. Hatta her yıl yolumu hiç olmazsa bir kez düşürmeye çalıştığım İsrail’e son yıllarda gitmek hiç içimden gelmedi.
Onun içindir ki, Ankara’nın İsrail’e dönük yaklaşım ve çıkışlarını, bu arada Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki ‘one minute’ını destekledim.
Dediğim şu:
Ortadoğu’da barış isteniyorsa, İslam âleminde İslamcı radikalizmin yolu kesilmek isteniyorsa, o zaman İsrail’in ‘Filistin inkârcılığı’nın sonu gelmelidir; ABD Başkanı Obama eğer gerçekten
Nobel Barış Ödülü’ne layık olmak istiyorsa, Filistin’de çözüm için İsrail’e içtenlikle bastırmalıdır.
Gazze’den dolayı Başbakan Erdoğan’ın duyarlığını anlıyorum. Ancak burada bir noktanın belirtilmesinde yarar var. Hükümetin İsrail’e dönük yaklaşımlarının ‘ince ayar’a ihtiyacının olduğunu düşünüyorum.
Çünkü İsrail ayağı olmadan Ortadoğu’da barış olmaz, olamaz. Çünkü İsrail ayağı olmadan Ortadoğu’da yeterince etkili olunmaz, olunamaz.
İkincisi:
TRT’nin İsrail’deki Gazze operasyonunu konu alan Ayrılık dizisinin kabul edilemez yanları vardır.
Uzun lafın kısası:
Evet, barış kolay değil bu topraklarda. Üç günlük hızlandırılmış Irak gezimiz bu yalın gerçeğin altını bir kez daha çizdi.
Hem temel konularda ‘inkârcılık’tan vazgeçmek, hem de çok boyutlu düşünüp hassas meselelere ilişkin ince ayarları göz önünde tutmak gerekiyor barış için bu coğrafyada...