“
Somalili
korsanlar” mevzuu, Türk medyasının kadim problemlerinden-reflekslerinden birkaçını (meraksızlığını, “biz”im dışımızda olan bitenlere ilgisizliğini, başkalarının acılarına karşı duyarsızlığını) gözler önüne serdi... Bir de şunu: Hakikatin kendisinin hiçbir önemi yoktur, hakikat medyanın bize gösterdiğidir. Hakikatle “medyatik hakikat” bazen uyuşabilir, fakat medya kendisini izleyenleri hakikatin çarpıtılmış bir versiyonu ile yanıltmak isterse, medyanın dediği olur!
Gazeteci Hıncal Uluç’un yıllar önce davet edildiği bir
iletişim fakültesinde yaşadığı tecrübe, “merak”ın gazetecilikteki önemini pek güzel anlatır: Uluç sınıfa girer, ilk iş olarak tahtaya anlamsız bir kelime yazar, sonra da hiçbir şey olmamış gibi öğrencilerle sohbete başlar. Ders bitip de gitmek için ayağa kalktığında şöyle der onlara: “Kusura bakmayın ama, merak güdünüzü geliştirmezseniz eğer, sizden gazeteci falan olmaz. Bakın sınıfa girdim ve tahtaya bir şey yazdım,
ders bitti fakat hiçbiriniz merak edip onun ne anlama geldiğini, onu oraya neden yazdığımı sormadı.”
Konumuza dönersek... Somali kıyılarındaki korsanlık hikâyeleri, Türk gemilerinin de
hedef alınmaya başlamasıyla birlikte iki yıl kadar önce bizim basının ilgi alanına da girdi. (Biliyorsunuz, son aylarda “Aysun Kaptan” vesilesiyle Türk okurları, belki de dünyada en fazla “
Somalili korsanlar” haberi okuyan okur kitlesi haline geldi.)
Peki, gazetelerimizde, orada neden öyle “fena” şeyler yapıldığına dair herhangi bir haber okudunuz mu? Türk basınına bakarsanız, Somali’de kötü ruhlu birtakım adamlar var, bunlar sırf kötülük olsun diye Avrupalı ve
Amerikalıların hayatlarını zehrediyorlar... Tekrar sorayım: Siz Türk basınında, bu adamların neden böyle yaptığını
analiz eden, anlamaya çalışan bir şey okudunuz mu? (Haber sayfalarından söz ediyorum, yoksa birkaç
köşe yazısı okuduk çok
şükür. Nuray Mert ve Ali Bulaç’ı hatırlıyorum; atladıklarım da olabilir.)
“Somali Kıyılarının Gönüllü Muhafızları”
“Somali Kıyılarının Gönüllü Muhafızları”: “
Korsanlar” Somali’de kendilerine bu ismi vermişler, yerel
halk da onaylayıp
destek veriyor bu adlandırmaya... Biraz “gerilla” ve “
terörist” meselelerinde olduğu gibi yani... Aslında sırf bu ismin bile merak uyandırması ve “Yoksa adamlar sırf kötülük olsun diye yapmıyorlar mı bu işi” sorusunu kışkırtması gerekmez miydi? Gerekirdi kuşkusuz ve o zaman da merakları uyananların aşağıda bir örneğini vereceğim çok sayıda haberle karşılaşmaları kaçınılmaz olurdu...
Sizin için, The
Independent gazetesinden Johann Hari’nin 11
Nisan 2009’da yazdığı haberin bazı bölümlerini çevirdim. Uzunca bir alıntı olacak, lütfen Türk basını gibi davranmayınız, dikkatlice ve sıkılmadan okuyunuz, ardından bir şeyler daha söyleyeceğim:
“Dokuz milyonluk Somali halkı, Somali hükümetinin 1991’deki çöküşünden beri
açlıkla pençeleşiyor. Batı’nın en çirkin güçleri bu durumu ülkenin zaten kısıtlı
yiyecek imkânlarını çalıp çırpmak ve Somali kıyılarını bir nükleer atık deposu olarak kullanmak için fırsat olarak değerlendirdi.
Batı ülkelerine ait gemiler, hükümet devrilir devrilmez Somali açıklarında görünmeye ve nükleer atık taşıyan varilleri buralara boca etmeye başladılar. Bu atıkların başlangıçtaki etkisi, vücutta kızarıklıklar,
mide bulantısı ve
sakat doğumlar şeklinde tezahür etti.
2005’teki büyük depremin ardından oluşan tsunamiyle birlikte açıklardaki variller kıyılara vurdu. Varillerden bir bölümü delindi ve bunlardan sızan atıklarla halk daha direkt bir temasa maruz kaldı. Bu temas sonucunda 300 kişi öldü.
Birleşmiş Milletler’deki Somali temsilcisi
Ahmed Abdullah, bunların temizlenmesi konusunda Batılı ülkelerin hiçbir girişimde bulunmadıklarını söyleyip devam ediyor: ‘
Nükleer atık taşıyan gemilerin yanı sıra Batılı büyük
balıkçı gemilerinden de söz etmek lazım. Yılda 300 milyon dolar değerinde balığımız yasadışı yollarla avlanıp Batı ülkelerine götürülüyor. Zengin balık varlığı sayesinde mutlu bir hayat süren kıyı halkı şimdi açlıkla boğuşuyor.’ Bizim şimdi ‘korsan’ dediğimiz insanlar işte bu tablonun sonucunda ortaya çıktılar. Somali’de yaşayan herkes, başlangıçta basit şişme botlar kullanan bu korsanların, nükleer atık salan ya da kaçak balık avcılığı yapan Batılıları bu eylemlerinden vazgeçirmeye çalışan ya da onlara ‘
vergi salan’ sıradan
balıkçılar oldukları hususunda hemfikir... Zaten onlar da kendilerine Volunteer Coastguard of Somalia (Somalı Kıyılarının Gönüllü Muhafızları) adını veriyorlar.
Hiç şüphesiz, bunların bir kısmı (özellikle de Dünya Gıda Programı görevlilerini rehin tutanlar) düpedüz haydutluk yapıyor. Fakat tamamı için böyle diyemeyiz. Zaten yapılan anketler, Somali halkının yüzde 70’ten fazlasının onların Somali karasularını korumaya çalışan ulusal bir güç olduğuna inandığını ortaya koyuyor.
Amerikan Bağımsızlık
Savaşı sırasında George
Washington ve Amerika’nın kurucu babaları, Amerika kıyılarında benzer bir işlev gören korsanlara
ücret ödüyorlardı; çünkü o kıyıları koruyabilecek resmî bir donanmaya sahip değillerdi. Korsanlar, Amerikalıların büyük bir çoğunluğunun da desteğine sahipti.
Somali’deki durum çok mu farklı? Açlık çeken Somali halkının kıyılarında öyle durup beklemelerini, nükleer atıklarımızı oralara atmamıza aldırmamalarını, el koyduğumuz balıklarını Londra’nın, Paris’in, Roma’nın lokantalarında yememizi seyretmelerini umabilir miyiz?
Bütün bu insanlık suçlarına karşı hiçbir şey demeyeceğiz, sonra da eylemleri nedeniyle dünya petrol ticaretinin yüzde 20’sinin geçtiği bir suyolunun güvenliğini tehlikeye atıyorlar diye feryat edeceğiz: Şeytanlar!
Korsanlarla gerçekten baş etmek istiyorsak, onları tepelemek üzere savaş gemilerimizi oralara göndermeden önce, olan bitenin kökeninde yatan kendi suç eylemlerimizi durdurmamız gerekiyor.”
Merak edenler neden ilgisiz kaldı
İşte buyurun size hakikatle “medyatik hakikat”in tamamen ayrı baş çektiği inanılması zor bir medyatik durum...
Peki, Somali kıyılarındaki nükleer edepsizliğin ve balık hırsızlığının Türk okurlarının göz menzilinin tamamen dışında kalmasına yol açan şey nedir? Bu sonucu gazeteciliğimizin hangi özellikleri sağlamaktadır?
Her şeyden önce meraksızlık tabii... Ben, gazetelerimizin dış haberler servislerinin bir bölümünün “orada ne oluyor”u hiç merak etmediğine ve mevcut bilgisizliği okurlarla paylaştığına adım gibi eminim.
Medyanın, merak edip “Somalili korsanlar”ın aslında sebep değil sonuç olduğunu öğrenen kesiminin bu bilgileri neden kendilerine sakladıkları, neden okurlarla paylaşmadıkları sorusuna gelince... Benim cevabım şöyle: Birincisi, bu bilgiler “biz”i değil “onlar”ı ilgilendirmektedir. “Onlar”la ilgili haberler dış haberdir, bizim gazetecilerimiz dış haber sevmez... İkincisi, Türk basını “biz”den olmayanların dertleriyle ilgilenmeyi sevmez... Üçüncüsü, Türk basını bir olayın magazinel tarafı Çin’de bile olsa onu bulur, çıkartır ve meseleyi işin o yanından işlemeyi sever. Somali halkının dertleri belki bir aşamada konu edilebilirdi, fakat “Aysun Kaptan” hadisesinden sonra bu şans da tümüyle yitirildi.
Sonucu görüyorsunuz: Bugün Türk halkı herhalde yüzde 100’e yakın bir çoğunlukla “Somalili korsanlar”a lânet okuyor. Neden? Çünkü medya bu olayda hakikati gizledi ve kendi kurguladığı hakikati okurların zihnine zerk etti. Somalili korsanlar mevzuu, hakikatle “medyatik hakikat” arasındaki farkın hangi boyutlara varabileceğini gösteriyor ve doğrusu bu kadar fark beni biraz da ürkütüyor.