Ronin,
Japonca bir sözcük.
“Efendisini” kaybetmiş savaşçı anlamına geliyor.
Japon kültürüne göre toplumun en güvenilmez insanları bu “roninler”.
Deniz Baykal’la Devlet Bahçeli’nin izlediği politikalara, söylediği sözlere bakınca insanın aklına kaçınılmaz olarak “roninler” geliyor.
Bu iki politikacı, devletin ve sistemin muhafızları.
Her türlü değişikliğe karşı çıkıyorlar.
Ama
küçük bir “ayrıntıyı” atlıyorlar.
Onların devleti değişti.
Onların sistemi de değişiyor.
Onun için bu iki politikacı gittikçe daha yalnız ve acıklı bir şekilde gülünç hale geliyorlar.
Yüz yılın bütün sorunları
teker teker çözüm sırasına girdiğinden, bu ikisi her gün bir çözüme, bir barış girişimine karşı çıkan, her şeye “hayır” diyen, niye “hayır” dediğini açıklayamayan ve en önemlisi asla sonuç alamayan iki asabi ve bencil ihtiyara dönüşüyor.
Dünyayı hiç algılayamıyorlar, hayatı hiç algılayamıyorlar,
ülkelerinin insanlarını tanımıyorlar, dindarların değişimini kavrayamıyorlar,
Kürtlerin dertlerini hissedemiyorlar, sadece sürekli olarak “hayır” diyorlar.
Halbuki, önceki gün MİT eski müsteşar yardımcısı
Cevat Öneş’in Neşe Düzel’e çok güzel anlattığı gibi dünya değişti,
Türkiye’nin dünyadaki rolü değişti v
e devletin pozisyonu da buna bağlı olarak değişti.
Cevat Öneş, “
emekli” bir istihbaratçı ama bana sorarsanız bugünkü devletin görüşlerini en iyi o anlatıyor.
Eğer “devlet” dile gelip konuşabilseydi herhalde Öneş gibi konuşurdu.
Türkiye, “
Ortadoğu,
Balkanlar ve Kafkaslar” üçgeninin ortasında, bu üçgenle tarihî bağları olan 70 milyon nüfuslu bir ülke olarak “barış havzası” olacak.
Bu bölgelere barış Türkiye’den yayılacak.
Hem bir enerji geçiş merkezi olacağız, hem de huzuru ve barışı biz sağlayacağız.
Bu, dünyanın Türkiye’ye biçtiği rol.
Bu rolün gerçekleşmesi hem Türkiye için hem de dünya için iyi.
Arka arkaya gelişen olaylara bakarsanız bu durumu daha iyi anlarsınız, Kürt
açılımı gündeme girdi, Ermenilerle geçen yüzyıldan kalan sorun çözülüyor, yakında sınır açılacak,
Suriye ile sınırı kaldırıyoruz, isteyen istediği gibi girip çıkacak, yakında İçişleri Bakanı Kürdistan’ı ziyaret edecek, belki
Başbakan da oraya gidecek.
Yüz yıldır bırakın çözülmeyi, çözümünden bahsedilmesi bile
yasak olan “tabular” birer birer çözülme sırasına girmekle kalmıyor, insanların günlük konuşmalarının parçası oluyor.
CHP ve MHP, “eski” devletin sözcüleri olarak bu gelişmelere karşı çıkarken, birden kendilerini devletle de karşı karşıya buluyorlar, bir zamanlar toz kondurmadıkları orduyla polemiklere girişiyorlar.
Arkalarında devlet yok çünkü.
Onlar birer “ronin” artık.
Aslında bir politikacı ve parti için “devletten” bağını koparmak, övünülecek bir gelişmedir ama bu iki parti devletten “bağını koparmadı”, devlet bu iki partiden bağını koparıyor.
Bu iki partinin devletle bağı kopuyor ama bunlar halklarıyla da bir bağ kuramıyorlar.
Baykal’la Bahçeli için
Güneydoğu “
yabancı bir ülke”, oraya gidemezler, orada toplantı yapamazlar, oradan oy alamazlar.
Sadece oradaki insanlara yapılan zulmün devamını isterler, savaşın sürmesini desteklerler.
Devletin içinde de “devletten kopmuş” birimler, bürokrasinin “roninleri” var, bu iki partiyle onlar
işbirliği yapıyor ama hiçbir başarı şansları yok.
Öneş’in dediği gibi, “AKP büyük bir beceriksizlik yapmazsa ya da büyük bir
kriz patlamazsa” Türkiye barış havzası olacak.
Bana sorarsanız bunu, AKP’nin beceriksizliği de bu gidişatı önleyemez, AKP değişir, gelişmeler devam eder.
Hayat bunu emrediyor, yeryüzünde hiçbir devlet, hiçbir ülke bu değişime karşı çıkamaz.
Bütün ülkeler artık “ortak bir çıkarın” etrafında toplanmak zorunda, “ben bu çıkar ortaklığını istemiyorum” diyen gider, “dünyanın parçası olmayı” kabul eden gelir.
Barış, bu ülke için bir zorunluluk, bütün bölgeye “barışı” getirecek bir ülkenin kendi içinde “barışa “kavuşmaması mümkün değil.
AKP, bu değişimi en iyi anlayan parti ama bunu şimdilik sadece aklıyla anlıyor, henüz “vicdanıyla” anladığını sanmıyorum.
Vicdanıyla anlasaydı, “Gazze’deki çocuklar” için İsrail’le zıtlaşan Türkiye’nin başbakanı, ıssız bir mezrada parçalanan Ceylan’ın acısını hisseder, en azından bir
başsağlığı dileme “cesaretini” gösterirdi.
Ama hayat ona “kendi ülkesinin çocukları” için üzülmeyi de öğretecek.
Bu ülke “siyasi roninlerine”, vicdanı kendi çocukları için sızlamayan başbakanlarına, devletin içinden devleti göremeyen görevlilerine rağmen değişiyor.
Çünkü bu dünyada, bu dünyadan daha büyük bir güç yok.