Bülten ‘barış’ haberleriyle başladı. ABD
Dışişleri Bakanı
Clinton’un da katılacağı
Türkiye ile
Ermenistan arasında imzalanacak
protokol haberi barış haberiydi.
Yunanistan’ın taze
Başbakanı
Yorgo Papandreu’nun gayri resmi de olsa ilk ziyaretini Türkiye’ye yapması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la uzun uzun görüşmesi de gene iki komşu arasında bir dostluk haberiydi.
Başbakan’ın “demokratik
açılım” görüşmesi için Deniz Baykal’a yazdığı
mektup da, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın aynı amaçla Diyarbakır’da
sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmesi de, bu kabilden bir gelişmeydi.
Hatta NASA’nın roket atarak Ay’ı vurması da insanlığın geleceğine yönelik insancıl ve barışçı bir proje olarak görünmekteydi.
Bu haberlerle çelişen tek gelişme, kendine sorulan her soruyu “askeriyeye karşı asimetrik savaş” şablonu içine yerleştiren
Genelkurmay’ın parçalanarak ölen talihsiz Ceylan açıklamasıydı. Bu, bir anlamda, dünyadaki gelişmeleri hala “barışçıl” bir şekilde
okuma zafiyetini de ortaya koyuyordu.
Görmek isteyene dünyadaki “büyük tabloyu” yeniden gösterecek
sürpriz açıklama ise Norveç’ten geldi.
Nobel Komitesi, “Barış Nobeli’nin” ABD Başkanı Obama’ya verildiğini açıkladı.
Bu belki de bundan böyle “barış” haberlerinin daha da çoğalacağının ilk etkili sinyaliydi.
***
Neden mi?
Önce Nobel Komitesi’nin açıklamasına bakalım...
Açıklamada Obama’nın, “uluslararası diplomasiyi ve halklar arasındaki işbirliğini güçlendirme konusundaki olağanüstü çabalarından ötürü barış
ödülünü” kazandığı ifadesi kullanıldı.
Dokuz ay önce göreve gelen Obama’nın
silahsızlanma çağrısında bulunması...
Ortadoğu barış sürecini yeniden canlandırmak için çalışması...
Gene geçen ay nükleer silahlara sahip ülkelerin silahlarını azaltmaları çağrısında bulunması ve ABD tarafından hazırlanan kararın BM’de oy birliğiyle kabul edilmesi, ödül için somut adımlar olarak kabul edilebilir.
***
“Silahsızlanma” Obama’nın en etkin siyaseti.
Bir anlamda yeni Başkan,
Bush’un tam tersi bir
politika izlemekte...
Neden?
Çünkü Cumhuriyet’çi Bush Amerika’daki “silahçıların ve petrolcülerin” temsilcisi iken, Obama “bilgisayarcıların ve yeni teknoloji üreticilerinin” temsilcisi...
Bu anlamda Nobel Barış Komitesi bu girişimiyle “silahçıları” zımnen kınarken, “bilgisayarcılarla, yeni teknoloji üreticilerinin” dönemine
destek vermekte.
Ve ileriye yönelik Obama politikalarının “barışçı” tavrından emin gözükmekte.
***
Doğrusu bu emin tavırlarından dolayı da fazla haksız sayılmazlar.
Çünkü...
Bilgisayarcılar küreselleşmeyi destekleyen, dışa açık, birey eksenli bir dünyanın peşinde koşuyor.
Cumhuriyetçi Bush ise yerelleşmeye, içe kapanmaya, silah ve petrolün hâkimiyetinin pekiştirilmesine odaklandı.
Silahçılar, bilgisayar programı yerine kurşun satmak; petrolcüler de Ortadoğu ve Kafkaslar’da kendi egemenliklerini artırmak için dövüşüp durdular.
***
Obama’nın seçilmesi Bill Clinton’a ya da onun politikalarına dönüş olarak algılanmalı.
Bill Clinton,
İngiliz İşçi Partisi’nin 2002 yılındaki toplantısında yaptığı tarihi konuşmada ne diyordu:
“Yerküremizdeki insanların yarısı günde iki dolardan az bir gelir ile yaşıyor, bir milyarı ise bir dolardan azla.
Bir milyar insan her gün aç, bir buçuk milyar insanın içme suyu yok, yüz otuz milyon çocuk okul yüzü görmemiş, on milyon çocuk kurtarılabilecekken çocuk hastalıklarından ölüyor, buna karşın, gelişmekte olan ülkelerde, ortalama
yaşam süresi artarken,
bebek ölümleri azalıyor.
Fark sadece ekonomiden, sağlık ve eğitimden gelmiyor, çünkü birçok insanın dünyanın parçası olmalarını sağlayacak ölçüleri ve vizyonu yok, çünkü onlar kendi özelliklerini ki bu bazen dinsel, politik, ırksal, kabilesel ya da etnik olabilir, insanlığın ortak özelliklerinden, önemli sayıyor.
Kendi doğrularının, günahsız insanların ölümü pahasına, diğerlerine empoze edilmesinin doğruluğuna inanıyor.”
Obama, Clinton vizyonuna geri döndüğü için Nobel Barış Ödülü’nü aldı.
Bunu bir de, talihsiz Ceylan’ın parçalanmış cesedinin faili peşine düşmek yerine, herkesle hamaset üzerinden polemik yapmayı
tercih eden Genelkurmay anlasa...
O zaman bizim ülkemize de barış daha hızlı gelecek.