Başbakan Tayyip Erdoğan, ABD'nin önde gelen gazetelerinden
Wall Street Journal'a (WSJ) verdiği mülakatta
Doğan Yayın Holding (DYH) sahibi Aydın Doğan'ı ünlü Amerikalı gangster Al
Capone'a (1899-1947) benzetti:
"ABD'de de
vergi kaçırılması ile ilgili sorunları olan kişiler var. Akla Al Capone geliyor. Çok zengin idi ancak hayatının geri kalan bölümünü cezaevinde geçirmek zorunda kaldı. Bu olaylar olduğu zaman hiç kimse sesini çıkartmadı..." dedi. DYH hakkında yapılan işlemlerin, hükümetin, Türkiye'nin büyük
kayıtdışı ekonomisine karşı daha kapsamlı mücadele politikasının bir parçası olduğunu, bu nedenle IMF'in vergi idaresinin siyasetten arındırılması talebine direndiğini söyledi. (6
Ekim)
Al Capone benzetmesinin nereden esinlendiğini iyi biliyoruz. Türkiye'yi
yurt edinen Amerikalı gazeteci Andrew Finkel, Today's Zaman'daki köşesinde (17
Eylül) bir paralellik kurmuştu.
Türkçe çevirisi Zaman'da çıkan yazısında Finkel şöyle diyordu: "Türk demokrasisine zarar veren ve ifade özgürlüğünden ziyade dar çıkarlarıyla ilgilenen tarzda gazeteciliğe öncülük eden bir basın grubuna karşı duyulan yaygın hoşnutsuzluğu ben de paylaşıyorum. Sahtekârlıktan dolayı
dava açamayınca Al Capone'u vergi
kaçırma suçlamasıyla mahkemeye veren
Amerikan federal savcısını neden kimsenin kınamadığı aklımın köşesinden geçiyor." (20 Eylül) Görüldüğü üzere Finkel, elbette ki, Doğan'ın bir gangster olduğunu söylemiyordu. Amacı sadece, hakkında kesilen
vergi cezası, DYH yazarlarının iddia ettiği gibi politik amaçlı olsa da, kamuoyunda neden Doğan'a sempati duyulmadığını açıklamaktı.
Erdoğan'ın, sadece gazetelerinde yazanların değil DYH yöneticilerinin de (bkz. WSJ, 5 Ekim), kendisini (
muhalif gazetecileri öldürttüğünden kuşkulanılan) Putin benzetmesine çok içerlediği anlaşılıyor. Belli ki Erdoğan, "Eğer ben Putin isem, Doğan da Al Capone'dır" demek istiyor... DYH yöneticileri de bunu anlamış olmalılar ki, yaptıkları hayli alttan alan açıklamada, "Doğan ailesinin hiçbir ferdi Başbakan ile
Rusya Başbakanı
Vladimir Putin arasında bir benzerlik imasında bulunmamıştır..." demekteler.
Erdoğan'ın Putin, Doğan'ın Al Capone olmadığı muhakkak. Erdoğan'ın, medya konusundaki yanlışlarına birçok yazımda değindim.
Medyada mülkiyet temerküzünü önleyecek yasalar çıkaracağına (örneğin medya sahiplerine çapraz mülkiyet ve kamu ihalelerine katılma yasağı getireceğine) medyaya karşı "havuç-
sopa" taktikleriyle medyayı yola getirmeye çalışmasını eleştirdim. (Bkz. 22-26 Eylül yazılarım.)
Son haftalarda
Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu'nun yetkilileriyle yaptığım görüşmelerde, AKP hükümetini DYH'e çıkarılan ağır vergi nedeniyle eleştirirken, Doğan grubunu kusursuz görmek, hele Türkiye'de ifade ve
basın özgürlüğü ile özdeşleştirmek hatasına kesinlikle düşmemeleri konusunda uyardım. Şunları anlattım: Doğan grubunun Türk medyasının ve reklam gelirlerinin yarısından fazlasına sahip olması, çoğulcu ve rekabetçi bir medya ihtiyacımızla kesinlikle bağdaşmıyor. Doğan grubunun medya gücünü nasıl medya-dışı çıkarlarını ilerletmek için kullandığı konusunda başvurabileceğiniz zengin bir literatür mevcut. Doğan grubu, medyada editoryal
bağımsızlık denen şeyin, sendikaların, gazeteciler arasında mesleki dayanışmanın kökünü kurutmuştur. Doğan grubu yayın organlarının Türkiye'de rejimin demokratikleşmesini, sivilleşmesini ve özgürleşmesini destekleyen bir yayın politikası izlediği ileri sürülemez. Doğan'ın bir kızını TÜSİAD'ın başına, öteki kızını Uluslararası
Basın Enstitüsü'nün (IPI)
yönetim kuruluna sokması, çıkar çatışması oluşturur. Erdoğan hükümetinin basına karşı havuç-sopa taktikleri uyguladığı doğrudur, ama AKP iktidarı altında Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü alanında, yetersiz de olsa hayli ilerleme kaydedilmiştir. Bunu en iyi Avrupa Komisyonu raporları kaydediyor.