Cuma sabahı
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’nun AB temaslarını izlemek için gittiğimiz Brüksel’de sabah kahvaltısını en çok satışlı gazetesi olan Le Soir eşliğinde yaptım.
Dış dünya ile
Türkiye arasındaki farkları en iyi yansıtan yöntem “kıyas” olduğu için, diğer
yabancı gazeteleri okurken yaptığım gibi Le soir’a da bizim gazetelerin birinci sayfalarıyla kıyaslayarak göz attım.
2016 Olimpiyatları’na hangi kentin ev sahipliği yapacağı ile Anderlecht’in Ajax’ı yenmesi sürmanşetten...
Belçika’nın
nükleer enerji kullanımını on yıl daha uzatmaya yönelik hükümet önerisi manşetten...
O günün ertesinde
İrlanda’nın referandumda oylayacağı ve büyük ölçüde AB’nin yakın geleceğini etkileyecek olan “
Lizbon Anlaşması” ilk sayfanın yarısından verilmişti.
AB ile müzakere süreci yürüten Türkiye medyasının İrlanda referandumuna ilk sayfadan ilgisi ise sıfırdı... Arka sayfalarda da görme konusunda tam bir görüş birliği söz konusu değildi.
Medya bu gelişmeleri ilk sayfalardan görmüyordu çünkü çok siyasallaşmış ve kendini Türkiye sınırlarına hapsetmiş bir okur vardı.
Ya da medya dış dünyaya kapalı olduğu için okur da genellikle dış haberlere çok yoğunlaşmıyordu.
***
Tabii burada söz ettiğim bir dünyalı gibi yerküreyi izlemek.
Kimi dış gelişmelere,
siyasetçilerin “Müslümanlık ve Türklük” hassasiyetleriyle iç siyaset üzerinden odaklanmasından söz etmiyorum.
Düpedüz, dünyayı dünyanın sahibi olarak izlemekten söz ediyorum.
***
Dünyanın sahibi olarak dünyayı izlemiyoruz ama...
Türkiye’nin sahibi olarak, Lizbon Anlaşması gibi yakın geleceğimizi etkileyecek dış gelişmeleri ne kadar izlediğimiz de çok belli değil.
Neyse ki...
Üç milyon İrlandalı seçmenin yüzde 67,13’ü “
evet”, yüzde 32,87’si ise “hayır” dedi ve Lizbon Anlaşması kabul gördü.
Dünkü gazetelerin kimisinde bu konuya biraz daha geniş bir ilgi vardı.
Çok daha fazla olması gerekirdi çünkü 1 Ocak 2010’da yürürlüğe girmesi beklenen Anlaşma, 27 üyeli
Avrupa Birliği’nde karar alma süreçlerini hızlandırmayı ve AB’yi uluslararası alanda etkili bir aktör haline getirmeyi amaçlıyor.
Anlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için tüm ülkelerin onayı şart. Ayrıca
Polonya ve Çek engellerini de aşması durumunda kurumsal olarak daha kuvvetli bir AB ortaya çıkacak.
Avrupa Birliği, 2,5 yıllığına bir başkana kavuşacak ve AB
Dışişleri Bakanlığı kurulacak.
Avrupa Parlamentosu kuvvetlendirilirken, AB’nin kilitlenmesinin önüne geçmek için üye ülkelerin veto kullanabileceği alanların kapsamı daraltılacak.
***
Tabii bir yandan hükümetin dış politikada daha aktif ve etkin olmaya yönelik girişimleri...
Ve söylemleri...
Diğer yandan kamuoyunun dış dünyaya karşı ters orantılı ilgisizliği.
Komşumuz
Yunanistan’da yapılan seçimler, bu alışkanlığı en azından “haber” düzeyinde kımıldatır gibiydi...
Ancak, dün sabah baktım, bizim parti kongrelerinin sıkleti yanında hala çok tüy sıklet durmaktaydı.
Hâlbuki oradaki gelişmeler...
Dünyanın sahibi olarak değil, Türkiye’nin sahibi olarak baktığınız
vakit bile yakın gelecek açısından, aynı Lizbon Anlaşması gibi önem taşımakta.
***
Yunanistan’da PASOK yüzde 43,94 ile 160, YDP ise yüzde 33,48 ile 91 milletvekilliği kazandı... Böylece
iktidar el değiştirdi.
Ayrıca...
YDP, 35 yıllık tarihinin en ağır yenilgisini almış gözüküyor ki Karamanlis genel başkanlıktan çekilme kararını anında açıkladı.
Bakalım, iktidar değişimi Türk-Yunan ilişkilerini ne kadar etkileyecek?
***
Türkiye alabildiğine “demokratik
açılım” ve
AK Parti ile DTP Kongresi konuşuyor.
Demokratik Türkiye’nin gerçek ve güvenilir bir hale gelmesi, yeryüzüyle birlikte oluşturulacak olan güvenlik zincirine ve dünya standartlarına bağlı...
AB, bunun için iyi bir imkân.
Üstelik Lizbon Anlaşması hızlıca üye olmayı daha da olanaklı hale getiriyor.
Ahmet Davutoğlu da tam üyelik için “2015” yılının bile çok geç olduğunu söyledi.
O zaman AB reformlarına da bastırmanın tam zamanı.
***
Ancak...
Bunun gerçekleşmesinin bir koşulu da okur.
Okurun hem dünyanın sahibi gibi dünyayı...
Hem de Türkiye’nin sahibi gibi dış politikayı izlemesi gerekiyor.
Yoksa sadece iç politikayla sınırlı bir anlayışın Türkiye’nin temel sorunlarını seksen yıldır çözmeye yeterli olmadığının fiili gözlemcisi ve talihsiz figüranları olarak kalırız.