DENİZ Seki’yi cezaevinden çıkarken gösteren o fotoğrafı çok sevdim.
İçerden hüzünlü, isyankâr, öfkeli bir kız çıkacak diye bekliyordum.
Tam aksine, huzurlu, güzelleşmiş, hem de bayağı güzelleşmiş bir kadın çıktı.
O fotoğrafı gördüğüm sırada, Sibel Eraslan’ın “Çöl/Deniz” romanını okumaya yeni başlamıştım.
Daha hemen girişinde bir cümle beni çarpmıştı:
“Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi diyor Efendimiz (sav).
Kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz”...
Hazreti Muhammed’in bu sözlerini hiç bilmiyordum.
Ama Mustafa İslamoğlu’nu okurken, Medine’de dolaşırken bunu hissetmiştim.
Kadın ve rayihanın bedenimizdeki ve ruhumuzdaki izlerini.
* * *
Aynı günlerde, biraz gecikmeyle
Gülben Ergen dinliyordum.
Oğuzhan Koç’la birlikte söylediği “Giden günlerim oldu” şarkısının son yıllarda dinlediğim en güzel Türk şarkılarından biri olduğunu yeni yeni fark ediyordum.
Kendi kendime “
Allah kahretsin, bu vasatlıklarla, vasatlarla, bu günlük hayat yamyamlarıyla uğraşmaktan neleri, neleri ıskalıyorum” diye hayıflanıyordum.
Kalbimi, bedenimi, her yeri yine o tapındığım, müptelası olduğum arabesk sarmıştı.
“Beni alsalar
ipe koysalar
doyamam yine kadere
gönlüm arıyor
titriyorum bak...”
Maymun gönlüm, daha onu dinlerken Gülben’in eski bir şarkısına sarkıyor.
“Arka sokaklarda neler oluyor”.
Sahi, neler oluyor...
Bense yine bu binada, yine on birinci katta, yine yalnız bir cumartesi, tek başıma hayaller kuruyorum.
* * *
Yardımıma yine kadınlar koşuyor.
Sibel Eraslan’ın kitabına dönüyorum:
“Tora’nın 12. perek’inin başlığıdır ‘Leh leha’...”
“Kendin için git.”
İlahi bir emir yani.
Vahiy, bedenimle ruhumun bir olduğu noktayı nişan alıyor ve tam 12’den vuruyor.
Allahım, bütün bir hayat, egomu alıp, kendim için gitmeye uğraşmışım.
Daha dün sabah evimin kapısından çıkarken, bu
ilahi emri, yeni doğmuş çocuğun kulağına üflenen ilk söz gibi üflemiştim.
“Kendin için git...”
Gidecektim de nereye gidecektim?
Bir hafta önce Beyoğlu’nda, Casa Dell’Arte’deki sergide, o enstalasyonun karşısında bulmuşum kendimi.
Ceren Selmanpakoğlu...
Tuğla bir duvarın içinden fırlamış seramik eller.
Onlarca, yirmilerce el beni işaret ediyordu.
Serginin adı canhıraş bir şekilde bana sesleniyordu:
“Nerede benim mahremiyetim...”
Kendin için gidip, kendini atacağın dipsiz bir mahrem
kuyu bile bırakmamışlar sana.
Hayat on birinci emrini vermiş.
Kendin için gideceğin bir cumartesi öğleden sonran bile kalmamış, kalamamış.
Kendin için gidebileceğin bir yer, başkaları için dönebileceğin bir
liman kalmamış.
* * *
Deniz Seki’nin cezaevi kapısından çıkarkenki o resmini çok sevdim. Artık kendi için gidebileceği yeri bulmuş bir kadın gibi bakıyordu.
Yüzündeki sevinci dakikalarca seyrettim.
Sonra kimbilir kaçıncı defa, beni öldüren o şarkısını dinlemeye başladım
“Git gitmek istersen
Bir gün pişman olup da dönmek istersen
Bil ki sana
aşık bu kadın burda değil artık
Üzgünüm aşkım.”
* * *
Netice...
Dün kendim için gitmek istedim, yine beceremedim.
Ama üç kadın benim için bir yerlere gittiler.
Sibel Eraslan’ın romanı:
“Çöl/Deniz”.
Gülben Ergen’in harikulade şarkısı
“Giden günlerim oldu.”
Ve Deniz Seki’nin fotoğrafı eşliğinde “Üzgünüm aşkım” şarkısı.