Türkiye’de birşeyler değişiyor galiba...
Zaten hep böyle olmamış mıdır. Kendi kendimizi köşeye sıkıştırır,
kriz ve gerilimi derinleştirir, sonunda yumurta kapıya dayanınca, olmadık çözümler buluruz.
Geçen haftayı, DTP milletvekillerinin polis zoruyla
mahkemeye götürülme kararının gerilimi ile geçirmiştik. Dokunulmazlıklarına rağmen, yargının kendine özgü bir yorumla, DTP milletvekillerini mahkemeye gitmeye zorlaması, Açılım Krizinin boyutlarını birden bire arttırmıştı.
Ancak bakıyorum, önceki gün
Ankara adeta uyanıverdi. Bu gidişin ülkeyi nasıl sarsacağı ve tüm Açılım çabalarını yok edeceği görüldü.
TBMM’de Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşması son derece yerinde uyarılar ve önerilerle doluydu.
Kürt Sorununu bizler çözemezsek, dışarıdan başkalarının gelip çözeceğini söyledi.
Nedenini anlayamıyorum, MHP hatta
CHP bu sözlere tepki gösterdi. Bundan daha doğru bir saptama olabilir mi?
Tarih bu örneklerle dolu değil mi?
Siz içinizdeki kavgayı önleyemezseniz, dış güçlere müdahale edebilecekleri bir zemin açmış olursunuz. “Türkiye’ye istikrar getirelim” adı altında, burunlarını sokacaklar ve bir daha da bırakmayacaklardır.
Cumhurbaşkanı haklı ve doğru bir uyarı yaptı.
Aynı gün
Başbakan, bu köşede de üstünde durduğumuz yaklaşımı gösterdi ve hiç değilse şimdilik, DTP’lilere sahip çıktı. Ana
yasa ve yasa değişikliğine gidilebileceğini açıkladı. Bundan önce olduğu gibi,
seyirci kalmayacağını gösterdi.
Başbakan, doğru bir tutum aldı.
Nihayet, TBMM toplantısına TSK tam kadro katıldı. Daha önce, DTP’lilerle el sıkışmamak, aynı
çatı altında bulunmamak için TBMM açılışına gelmeyen
Genelkurmay Başkanı ve
Kuvvet komutanları –ne anlama çekilirse çekilsin- bu tutumlarıyla gerilimin düşmesine katkıda bulunmuş oldular. Belki farklı nedenlerle TBMM’ne gelmişlerdi, ancak kamuoyu algısı farklı oldu. Onların da Açılıma katkıda bulundukları anlamı çıktı.
Asker doğru bir adım attı.
Bu haftayı, ilk defa gerilim düşüşü ile kapatmış olduk. Merak etmeyin haftaya yeni gerginlikler ve kriz ortamı yaratırız, ancak yine de göreceli bir rahatlama sürecine girmiş olduk.
Hayır, susmayacağız...
Lice’de beş gün önce, 12 yaşındaki
Ceylan Önkol, bir havan mermisiyle paramparça olmuştu.
Güvenlik güçlerine ait olduğu öne sürülen havan mermisinin neden atıldığı belli değil. Genelkurmay sözcüsü o saatte o yerde havan atışı yapılmadığını açıkladı.
Şimdi çok titiz bir soruşturmayla o havan mermisini kimin attığı bulunmalı.
Önemli olan, “teröre
destek veren
bölge” olarak nitelendirilen Lice’deki bu olayın beklenen ve gereken ilgiyi bulamamasıydı. Eğer DTP milletvekili
Aysel Tuğluk gitmese, konuyu kamuoyuna taşımasa, TARAF
gazetesi ve başyazarı
Ahmet Altan “Susacak mıyız?” diye haykırmasa, bu
cinayet belki de görmezden gelinecekti.
Ben, kendi açımdan susmayacağım.
Medya da susmayacak.
Türkiye Küçük
Millet Meclisi geliyor...
Hikaye 2008 yılında başlıyor. 5 farklı ilde “Ortak Çalışma Grupları” adlı bir oluşum kuruluyor. Bir yıl içinde il sayısı 30’a yükseliyor. Bu oluşum il il gezerek çeşitli seminerler ve forumlar düzenliyor. Bu toplantılara illerin Sivil Toplum Kuruluşları ve her yaştan insan katılıyor. İşte bu çalışma, bu yıl adını Türkiye Küçük Millet Meclisi olarak değiştiriyor. Yani TKMM oluyor.
Bu oluşuma şu ana kadar destek veren pek çok ünlü isim var. Şanar Yurdatapan’dan
Lale Mansur’a, Rüstem Batum’dan Prof. Baskın Oran’a, Etyen Mahcupyan’dan Atilla Dorsay’a, Ferai Tınç’tan Fikret Başkaya’ya kadar pek çok farklı meslek ve görüşten insanlar bu çalışmaya destek veriyor. TKMM, yapılacak tüm çalışmaları her ayın sonunda “Ortak Payda Raporu” adı altında kamuoyuna duyuracak.
TBMM’deki tartışmalara katılamıyorsunuz. Yaşananları sadece televizyon ekranlarından ya da gazete haberlerinden takip ediyorsunuz. Size tavsiyem TKMM’ye katılın. Gidin söz alın.
Türkiye’de
demokrasi böyle “
küçük” oluşumlarla büyüyüp olgunlaşacak
Daha fazla bilgi için: www.tbmmocg.net, Tel: 0216 492 05 04
Bir annenin 16 yıllık mücadelesi...
Tarih 28
Eylül 1993. Ankara’da bir
silah patlıyor. 17 yaşındaki
Umut Önal arkadaşının silahından çıkan kurşunla hayata gözlerini yumuyor. Tüm Türkiye’nin gözü bu olaya çevriliyor. Vuran “
kazaydı” derken, vurulan Umut’un annesi ısrarla “cinayet” diyor.
Anneyi
Adli Tıp da anneyi doğruluyor. Ama mahkeme, “Kürt Ahmet” lakaplı Ahmet Turgut`un oğlu
Melih Turgut`un silahından kurşunun kazayla çıktığına hükmediyor. Ama anne yine yılmıyor. Davayı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüyor ve kazanıyor. O anne Nazire Dedeman. 16 yıldır Türkiye’de silahsızlanma mücadelesinin sembol ismi…
Anne Dedeman 1995 yılında Umut Vakfı’nı kuruyor. Bireysel silahsızlanma için mücadele etmeye başlıyor. Ama gelin görün ki yalnız kalıyor. Bunu ben değil rakamlar söylüyor. Türkiye’de her yıl yaklaşık 3000 kişi yani günde 8 kişi ateşli silahla ölüyor. Bunların 700’ü kaza sonucu ölümler…Ölenlerin ailelerini de düşünürsek yılda 15000 kişi silah mağduru. Ve şimdi sıkı durun! Türkiye’de belinde silah taşıyanların sayısı 10 milyon! Yanlış okumadınız. Ülkenin yedide birinin cebinde silah var.
28 Eylül günü “Bireysel Silahsızlanma Günü”ydü. Umut Vakfı ve vakfın kurucu başkanı Nazire Dedeman her yıl gelenekselleşen eylemlerini Taksim’de “Sessiz Ayakkabıların Yürüyüşü” adıyla gerçekleştirdiler. Kazayla da olsa, cinayet sebebiyle de olsa, silahların hiçbir sebeple ateşlenmemesi için sessizce haykırdılar.
Sanırım onları en çok bu acıyı yaşayan anneler duydu…
Mahmut Dikerdem'i bugün anıyoruz...
Mahmut Dikerdemi’i kaybedişimizin bugün 16 ıncı yıldönümü.
Bazı insanlarımız vardır, değerlerini öldükten sonra anlarız. Yaşadığı dönemlerde, özellikle resmi ideolojiye başkaldırdıklarından dolayı itilip kakılırlar.
Ancak, gerçek değerlerinden hiçbir şey kaybetmezler.
Mahmut Dikerdem, kendine özgü ve bence
efsane bir isimdir.
Dışişlerinin en pırıltılı elemanı olmuş, 42 yaşında Büyükelçiliğe tırmanıp, en
genç Büyükelçi olan kişi ünvünını kazanmıştı. 1970-80’lerin o kara dönemlerinde solculuğun vatan hainliği olarak görüldüğü günlerde başkaldıran bir Büyükelçiydi. Tüm baskılara direndi.
Büyükelçiliğinin keyfini sürüp, zengin bir hayat yaşamak varken, görüşlerini ön plana çıkarıp, Barış Derneğini kurup 12 Eylül’de hapisanelere girmesini bilmiş bir
inanç adamıydı.
Mahmut Dikerdem’i bu
toplum unutmamalı...
Bu arada Mahmut Dikerdem ile ilgili geniş bilgi almak isteyenler,
Amsterdam Institute for Social History’nin Türkiye bölümüne girip, oğlu M.Ali Dikerdem’i tıkladıkları taktirde,
baba-oğul arasında 1965’ten ölümüne kadarki yazışmaları, 1982-87 arasındaki Dikerdem kampanyasının tüm belgelerini de bulabilirler.
Aslan Başkan (!)
Ak Parti
Çorum Belediye Başkanı
Muzaffer Külcü,
Osmanlı Belediye Başkan Vekili Erhan Kamtemiz’i makamında ziyaret etmiş. Ne yapsın, kapalı alanda olmasına, yanında gazeteciler bulunmasına rağmen, yakmış bir cigara ve başlamış tellendirmeye. Gazetecilerin resim çektiklerini görünce, verdiği gerekçe de bir alem. “Ne yapalım, halkın arasında içemiyoruz ki (!)”. Bravo Başkan’a, biraz düşünse kırdığı potun farkına varırdı. Başbakan bu resmi gördüyse, hapı yuttu demektir.