Önceki yazımda Kur'an-ı Kerim'den ilham alınarak sinema filmleri yapılabileceğine dair değinmelerde bulunmuştum.
Örneğim, bir bakıma dünya sinemasıydı. Diğer yandan da Kur'an-ı Kerim'in zengin muhtevasına güveniyordum. Eski
Devlet Bakanı, aynı zamanda romancı, tiyatro yazarı Yılmaz Karakoyunlu'dan ilginç bir
katılım geldi. Karakoyunlu, ünlü yönetmen Dino De Laurentiis'e ait şu cümleyi naklediyordu: "Bana İncil'den bir cümle verin size dört saatlik bir film yapayım." Biz de "Batı sinemasından İncil'i çekip alın, taş üstünde taş kalmaz." demiştik.
Bu ülkede sinemacı niçin Kur'an'dan ilham al(a)maz? Sebebi belli: Öncelikle, Kur'an'ı tanımaz. Daha kötüsü; Kur'an ile ilgili bilgisi yanlış yargılara, sathî kanaatlere, anlamsız ezberlere dayanır. Daha fecisi, bazen Kur'an'a düşmanlığı (temelde dine düşmanlığı) aydın olmanın tabii bir sonucu sanır. Hal böyle olunca, sinema sanatına
emek veren zihinlerin (tıpkı ilham gerektiren diğer alanlarda olduğu gibi) ilahî metinlerden istifade etmesi mümkün değildir. Konu sadece Kur'an ile sınırlı değil. Hadisler de kültürel bir hazineye işaret ediyor mesela. Hadislerdeki sinematografik unsurlara geçmeden önce Kur'an'ın "Kıssa" ismini verdiği hadiselere çok kısaca değinmek gerekiyor. Zira kutsal kitabımızda anlatılan
peygamber kıssalarının iki yüzü var: Birincisi peygamberlerin hayatlarını, o hayat içinde verdikleri mücadeleyi anlatıyor. İkincisi ise o hayat tecrübesi ışığında her çağa, her çağın insanına sesleniyor.
Dilerseniz ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan Âdem babamızdan başlayalım. Kur'an, Hz. Âdem'i değişik surelerde tekrar ber tekrar anlatıyor. İlk insanı kavramak insan gerçeğini kavramaktır. "Ve Âdem'e bütün isimleri öğretti." (Bakara/31) Sonra
Allah meleklerine, cinlerine "Âdem için secde edin!" (Bakara/34) emrini veriyor. Demek ki Hz. Âdem'in mahiyeti, melekleri bile secdeye getirtecek kadar çok boyutludur. Yine Kur'an naklediyor. "İblis dışında, bütün melekler secde ettiler." (Bakara/34) Şeytan, Âdem'in topraktan yaratıldığını öne sürüp diyalektik yaptı ve kibrine yenik düştü. Kendisinin "ateşten" yaratılmasını böbürlenme sebebi saydı... Âdem (yani insan), melek,
şeytan, cin... Cennette konaklayan Âdem yalnız değildi; Havva validemiz de orada ona refakat ediyordu. Ne var ki Allah onları cennetteki bir
meyve ile
imtihan etti. İnsaniyete dair bir nükteydi yaşananlar. Cennetten yeryüzüne göçüşün; daha sonra da yitik cenneti aramanın sebebiydi o
küçük "zelle".
Sanatçı, insanın evrenler içindeki yerini, hangi şartlarda melekleri geride bırakacağını, hangi şartlarda cenneti kaybedeceğini, Kutsal Kitab'ın anlatımıyla bilecek ki çağrışımlar yoluyla hayatın gerçeklerini perdeye yansıtabilsin. Mesela Hz. Âdem'in iki oğlu arasında dökülen ilk kan bütün kavgaların özüdür. İçinde kıskançlık vardır, haset vardır,
öfke vardır, vicdan azabı vardır.
Kabil ile Habil (Kur'an'da bu isimler zikredilmiyor) arasında yaşanan bu feci olay aslında yeryüzünün ilk büyük dramıdır. O dram hâlâ devam ediyor; insanoğlu var oldukça da devam edecek.
Kur'an-ı Kerim, Yusuf Sûresi için "kıssaların en güzeli" diyor. Hz. Yakup bir peygamberdi; çocuklarından Yusuf ise müstakbel peygamber. Ama yine de Yusuf'un kardeşleri o ay parçası güzelliği kıskandı. "Babacığım! dedi. Ben
rüyamda on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm." (Yusuf/4) "Evladım! dedi babası, sakın bu rüyanı kardeşlerine anlatma. Sonra seni kıskandıklarından sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın besbelli düşmanıdır." (Yusuf/5) Rüya, rüyadaki işaret ve remizler, kardeşler arasına girebilen şeytan ve tuzak... Neyse ki Yusuf'un kardeşleri vicdanlarını büsbütün kaybetmemişti. Yusuf'u öldürmeye vicdanları müsaade etmeyince onu kuyuya attılar; tâ ki bir kervan gelip onu uzaklara götürsün.
Sürgün yılları. Bir kadının Yusuf Nebi'ye beslediği aşk ve Yusuf'taki iffet duygusu, Allah korkusu ve "nefs-i emmare" (Yusuf/53) vurgusu. Sonra hapishanenin bir medreseye dönüşmesi. Rüya tabirinin bir kez daha kırılma noktasına denk gelmesi, kuyunun dibinden hükümranlığın zirvesine yürüyüş. Ve kardeşlerin affı, babayla vuslat. Ya sonra? Gerçek vuslat için Yusuf'un son duası: "Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dâhil eyle!" (Yusuf/101) "Kıssaların en güzeli"ne dair hangi noktaya dikkat kesilseniz karşınıza nezih ve etkileyici bir
senaryo çıkıyor. İlle de olayın kendisini film yapmanız gerekmiyor. Sadece Yusuf Sûresi'ndeki nüktelerden yola çıkarak onlarca senaryo ilhamı derleyebilirsiniz. Yeter ki o mukaddes kaynaktan yudum yudum içecek bir kalb-i selim çıksın ortaya.
Sözü uzatmak istemiyorum. Kur'an, peygamber kıssalarını ibret için naklediyor. Her kıssa, hayata dair, insana dair, var olmanın hikmetine dair küllî hakikatleri ifade ediyor. O hakikatlerden her meslek erbabı bir kısım çıkarımlar yapabilir. Mesela Bediüzzaman'a göre; "Kur'an-ı Hakîm'de pek çok cüzî hadise vardır ki her birinin arkasında küllî düsturlar saklanmıştır". Mesela Musa Peygamber döneminde insanların "bir ineği kesmek"le imtihan olduğu naklediliyor. Üstelik bu olay sureye isim olarak (Bakara/
inek) veriliyor. Olay (zahiren) küçük; ama hikmeti büyük.
Sinema sanatının da bu yaklaşım içinde hadiselere eğilmesi gerekiyor ki insanı
keşif yolunda doğru adımlar atılabilsin. O adımlar atıldığında (mesela) "Süleyman'ın emrine de rüzgârı verdik. Onun sabah gidişi bir aylık mesafe,
akşam dönüşü de bir aylık mesafe idi." (Sebe/12) ayeti
bilim dünyası için bir çağrışım kuşağı oluşturduğu gibi sinemacı için de başka bir ilham kaynağı olacaktır. Musa Peygamber'e "Asanı taşa vur!" demiştik. Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmış, her bölük kendine mahsus pınarı bilmişti. (Bakara/60) Bu ayetten yola çıkan bilim adamının karşılaşacağı araştırma konuları ile bu hükümlerden ilham almak isteyen
sanatçının işleyeceği temalar arasında farklar bulunabilir.
Sinemanın kutsal metinlere hikmet gözüyle bakması gerekiyor ki o
ilahi rahmetten istifade edebilsin. Çok mu şey isteniyor?
Hayır! "İncil'in bir cümlesinden dört saatlik senaryo çıkarırım." diyenlerin kınanmadığı bir dünyada Kur'an'dan ilham almak niçin bir küçümseme sebebi sayılsın?
Yunus Peygamber'in, insanların görgüsüz ve vefasız yaklaşımları sonunda bir beldeyi fark etmesi; sonra gecenin karanlığında denize atılıp bir balığın (adeta denizaltı gibi) karnında mahsur kalması ve sonra Allah'a yönelmesi... Hem hikâyenin kendisi müthiş, hem çağrışımları! Hangimiz çevremizden vefasızlık gördüğümüzü düşünüp yollara dökülmedik? Hangimiz bir balığın karnında sıkışıp kalmışçasına karanlıklar içinde mahpus olup O'na yönelmedik! Hz. Yunus'un hikâyesi, insanın hikâyesi.
Âdem babamız, Havva annemizle de kardeşini öldüren oğluyla da imtihan oldu. Hz. İbrahim, inanmayan babasıyla, söz verip
kurban etmek istediği oğluyla imtihanlardan geçirildi. Hz. Nuh, her canlıdan numune alıp varlık âlemini bir gemiyle tufandan korudu; ama öz evladını ve hanımını muhafaza edemedi. Hz. Yusuf kıskançlık tuzağı yüzünden hem kardeşleriyle imtihana tabi tutuldu hem Züleyha'yla... Aslında bu kıssaların tamamı insanoğlunu anlatıyor; yani bizi. Ve çıkış yollarını işaretliyor...
Bir de peygamberlerin karşısına dikilmiş tipler var kıssalarda. Mesela
Firavun kibir ve gurur heykeli. Elçisi Haman'a "benim için öyle yüksek bir
kule yap ki, belki de onun vasıtasıyla yükselip Musa'nın Tanrı'sını görürüm!" (Kasas/38) diyor. Tekebbüre bakar mısınız? Büyücüler anlatılıyor Kur'an'da. Hz. Musa'nın karşısına çıktıklarında onu yılanlarla korkutmak istiyor. Kârun var mesela. Zenginliği dillere destan olmuş adam egosunun heykelini şu sözlerle dikiyor: "Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum." (Kasas/78). Bir de "Mümin-i Âl-i Firavun" var örneğin. Peygambere saldırıldığında kükrüyor ve diyor ki: "Rabb'im Allah'tır, dediği için bir adamı öldürüyor musunuz?" (Mü'min/28)
Sadece peygamberler değil; kıssaların bağrından derlenen bütün karakterler, onlara dair
özet anlatımlar tabii ki
ders-i ibret ve hikmet içindir. Ve herkesin nasibine düştüğü oranda bu anlatılanlardan pay alması, istifade etmesi gerekir. Sinema gibi yaygın ve etkin bir sanat dalının bu ilham kaynağının yanı başında durup; sonra da ondan bir yudum almaması ne kadar acı!