27
Aralık 1999 günü Ayaş Kapalı Cezaevi’nde mahpus olarak bulunuyordum. Bir İnsan Hakları Mitingi’nde insan hak ve hürriyetlerini savunduğum için Devlet
Güvenlik Mahkemesi tarafından 1 yıl ağır hapse mahkûm edilmiştim. Açıkçası, 28
Şubat Darbesi’ne karşı çıktığım için cezalandırılmıştım.
27 Aralık,
Osmanlı Devleti’nin 1299 yılındaki kuruluş günü olarak kabul edilmiş ve İmparatorluğun son döneminde de resmen kutlanmıştır.
Mustafa Kemal Paşa da, Cumhuriyetin ilânına kadar devam eden Millî Mücadele döneminde, askerî birliklere ve mülkî erkâna gönderdiği tamimlerle Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun kutlanmasını sağlamıştır.
1923’ten sonra ilk olarak Osmanlı’nın 700.
Kuruluş Yıldönümü’nü kutluyorduk. Yeni
Türkiye Araştırma ve Yayın Merkezi olarak önce uluslararası bir araştırma projesi gerçekleştirdik. 1999 yılını bu projeyi bitirebilmek için hummâlı bir çalışmayla geçirdik. ‘Osmanlı’ ismini verdiğimiz 12 ciltlik bu araştırmanın yayınlanmasından bir gün sonra da Ayaş Cezaevi’ni boyladık. Hapishanede ise eserin 4 ciltlik İngilizcesi olan ‘The Great Ottoman-Turkish Civilisation’un son redaksiyonunu yaparak 27 Aralık gecesine yetiştirdik.
Araştırmanın yapılmasında ve Yıldız Sarayı’ndaki
kutlama gecesinin hazırlanmasında en büyük destekçimiz sevgili kardeşim
Kültür Bakanı İstemihan Talay idi. Osmanlı Hânedanı’na mensup birçok dâvetlimizi ağırlamak bize nasip oldu. Ben de Ayaş’taki hücremde şanlı atalarımızın ruhlarına Yâsin-ı Şerif okudum.
***
Osmanlı İmparatorluğu, Türk
Milleti’nin medâr-ı iftiharıdır. Dünya tarihinin en muhteşem imparatorluğu, en zengin kültür ve medeniyetidir. İmparatorluğun yüzölçümü, en geniş sınırlara ulaştığı nokta olan 17. asır sonlarında 24 milyon km≤’yi buluyordu. Bugün Osmanlı’nın hâkimiyeti ve nüfuzu altındaki coğrafyada 76
ülke v
e devlet bulunmakta, bunların yüzölçümleri toplamının dünya geneline oranı yüzde 37,8 ve burada yaşayan nüfusun dünya nüfusuna oranı ise yüzde 40,1 olmaktadır.
Osmanlı İslâm’dır. Osmanlı medeniyeti bir İslâm medeniyetidir. İslâm tefekkürünün, biliminin, kültür ve sanatının şâhikasına ulaştığı bir zirve medeniyettir. Bununla beraber, Osmanlı her
dinî inanca karşı hürmetkâr ve müsamahalı olmuş; din ve vicdan hürriyeti bakımından cağının çok ötesine geçmiş bir ‘
Güneş Ülkesi’dir.
Osmanlı Türk’tür. Osmanlı İmparatorluğu, çağdaş Avrupalı devletler ve yazarlar tarafından ‘Türk İmparatorluğu’, ‘Türk Devleti’ ve ‘Türkiye’ olarak görülmüş, bu şekilde adlandırılmıştır. Osmanoğulları da kendilerini Türk olarak kabul etmiş;
Türkçe, İmparatorluğun her döneminde devletin resmî dili olarak kullanılmıştır.
İşte bu muhteşem İmparatorluğun en tabiî ve meşrû vârisi
Türkiye Cumhuriyeti’dir. Vatandaşı olmakla gurur duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Toplumu, Osmanlı’nın en önemli miraslarıdır. Cumhuriyetimizin
yönetim şekli elbette Osmanlı’dan farklıdır. Lâkin, tarihin devamlılığı çerçevesinde, Osmanlı’nın sosyal,
ekonomik ve kültürel mirasını devraldığımız, artık ideolojik peşin hükümlerden ve saplantılardan sıyrılarak kabul etmemiz gereken bir gerçektir.
***
Millî Mücadele’yi gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlara elbette çok şey borçluyuz. Lâkin, ne yazık ki bu
genç ekip, tarih sahnesinde birçok defa tekrarlanan ‘
devrimci’ reaksiyonlardan berî olamamıştır. Saltanatın ve Hilâfetin kaldırılmasından sonra, artık hânedan vasfını yitirmiş Osmanoğulları’nın sürgüne gönderilmesi, fevkalâde yanlış ve hazin bir uygulamadır. Bazı hatâlarda bulunmuş olsalar dahi, 624 sene gibi dünyada hiçbir hânedana nasip olmayan bir müddet zarfında koskoca bir imparatorluğu idare edenlerin çoluk çocuk demeden, atalarının
hizmet ettiği vatanlarından sürülmesinin ne demek olduğunu tasavvur edebiliyor musunuz?...
Osmanoğulları, 1952’de kadınlar, 1974’te de erkekler için -sanki bir suçları varmış gibi- çıkarılan af kanunlarına kadar yıllarca yâd ellerde, parasız, pulsuz, aç ve işsiz kalarak boynu bükük perişan oldular. Fakat hiçbir zaman asaletlerini, nezaketlerini ve vatanseverliklerini kaybetmediler. Türkiye aleyhine tek bir kelime söylemediler ve Türkiye aleyhine kullanılabilecek hiçbir tasarrufta bulunmadılar. Kendilerine yapılan prenslik, emîrlik ve krallık tekliflerini reddettiler.
***
Son Osmanlı Şehzadesi ve
ailenin reisi olarak kabul edilen
Ertuğrul Osman Efendi Hakk’a yürüdü.
Abdülhamid Han’ın torunuydu. O da diğer aile efradı gibi, kendilerini sürgüne gönderenler hakkında en ufak bir târizde dahi bulunmadı. Atalarına ve
Abdülhamid Han a yakışır vakur bir şekilde yaşadı.
Tevazu ile asaleti bu derece bağdaştıran bir ‘Beyefendi’ göremezdiniz.
İmanlı ve vatanseverdi.
Ertuğrul Osman’ın cenazesine, artık tarihiyle barışık olan devlet ile millet beraberce katıldılar. Ertuğrul Osman’ın da ardından onbinler yürüdü. Aynen, dedesi
cennetmekân Abdülhamid
Han’ın 1917’deki cenaze merasiminde olduğu gibi, gene yüce milletimiz duygulandı ve üzüldü.
Lâkin bu defa cenazeye katılanların yüzlerinde atalarına karşı minnet borçlarının hiç değilse bir kısmını
ödemiş olmanın verdiği huzur okunuyordu.
Ertuğrul Gazi’nin, Osman Gazi’nin, Fatih’in, Yavuz’un, Kanunî’nin ve Abdülhamid Han’ın torunu Ertuğrul Osman Efendi, sen rahat uyu... Bu vefakâr millet seni, aileni ve şanlı atalarını hiçbir zaman unutmayacaktır.
Ruhun şâd, mekânın cennet olsun. Yüce Rabbim rahmetini üzerinden eksik etmesin...