Meclisin açılış töreninde dikkat çeken üç önemli gelişme vardı. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra
komuta kademesi, ilk kez Genel Kurul’daki oturuma katıldı. Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Turgut
Özal gibi yeni bir gelecek projeksiyonu çizdi.
CHP,
cumhurbaşkanı salona girerken oturarak nezaketsizliğini sürdürdü.
Üzerinde durmak istediğim asıl nokta, Gül’ün,
derin devlet ve TSK’nın
yetki sınırlarını çizen mesajlarıdır.
Öncesinde, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “derin devlet”
tarifine ilişkin sözlerini hatırlayalım: “Derin devlet, devletin istikrarı, işleyişi bozulunca devreye girer.”
Kimine göre,
Susurluk sürecinde
Mehmet Ağar’ın icadı olarak görülen “derin devlet”,
darbe-asker ekseninde Demirel’in bu tarifiyle meşrulaştırılıyordu.
Cumhurbaşkanı Gül’ün dünkü sözleri,
Türkiye’nin
demokratikleşme ve şeffaflaşma yolunda ne kadar mesafe aldığını göstermesi bakımından önemlidir.
Şöyle dedi: “Devletin, bir yüzeyde görünen bir de derin ve görünmeyen yüzü olamaz. Devletin tek yüzü hukuktur. Hiç kimse ve hiçbir grup kendini devletin yetkili organlarının yerine koyarak tasarrufta bulunamaz,
eylem yapamaz.”
Bir tarafta darbeyi meşrulaştıran derin devlet tarifi, diğer tarafta
demokrasiyi sahiplenen güçlü bir irade...
Aklın yolu birdir; devletin derin ve görünmeyen yüzü olmaz...
TSK’nın rolü
Cumhurbaşkanının “derin devlete” yönelik
itirazına ek olarak, TSK’nın gelecek Türkiye’sindeki rolünü tarif ederken kullandığı sözcükler, 30
Ağustos nedeniyle “Güçlü
Ordu Güçlü Türkiye” sloganıyla kampanyaya dönüştürülen askeri manifestoyla çelişiyordu.
“Güçlü Ordu” tezine itiraz etmedi, ancak “Güçlü Türkiye” idealinin sadece “Güçlü Ordu” temeli üzerinde yükselemeyeceğini ifade etti. Ona göre,
milli güvenlik açısından ordunun yanı sıra, ilave güçlere ihtiyaç vardı.
Neydi onlar?
-Gelişmiş demokrasi
-Sağlam ekonomi
-Yumuşak güç de denen diplomasi
-Entelektüel ve her açıdan nitelikli insan gücü
-
Enerji hakimiyeti veya ulaşılabilirliği
-Her alanda
üretim faaliyetleri
-
Ar-Ge çalışmaları ve bilgi-teknoloji üretebilme yeteneği
Bu formül, aynı zamanda gelecek Türkiye’sinin hedefleridir. Sığ tariften derin
tarife geçişin başka adıdır.
Belli ki, Cumhurbaşkanı, dersine iyi çalışmış. Kelimeler özenle seçilmiş. Dünyanın yönü ve yükselen değerler iyi takip edilmiş.
Dükkanı kapatıp gidelim
Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi
Avcı, istihbarat ve
terörle mücadele gibi önemli alanlarda başarılı operasyonlara
imza atmış bir isimdir. Susurluk sürecinde
Veli Küçük’ü deşifre eden ve zihinlere kazıyan ilk kişidir.
Ne oldu ne bitti, pek anlayamadım.
Hanefi Avcı,
Ergenekon sürecinde kenarda kalmayı
tercih etti. Soruşturmayı yürüten savcılara verdiği ifadeler de eskinin tekrarından ibaretti. Hatta savcılara, hakkında
soruşturma yürütülen bazı isimlerle ilgili olarak, “Bunların bir kısmı arkadaşım, ben bu tartışmanın içinde olmak istemiyorum” dediği iddiasını da hatırlatmak isterim.
İtirazı olursa, sütunumuz kendisine açıktır.
Avcı’nın son
sürpriz çıkışı, uyuşturucu operasyonunda tutuklanan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı
Emin Arslan’a kefil olmasıydı: “Ben yaparım o yapmaz...”
Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın
Kara Kuvvetleri Komutanı’yken
Şemdinli sanığı Astsubay
Ali Kaya için söylediği “İyi çocuktur” lafı gibi...
O zaman Büyükanıt’ı eleştirdik, tepki gösterdik. Mevzu, TSK’dan
emniyete kayınca, görmezlikten gelmemiz beklenemez.
Adil yargıla
ma adına, Avcı’nın eski amiri için “iyi çocuktur” demeye hakkı yoktur.
Şimdi çok ilginç bir hatırlatma yapacağım, bu konuda Avcı’nın da görüşlerini merak ediyorum.
Mehmet Ağar, yargılandığı Susurluk davasında 9
Şubat 2009 günü şöyle dedi: “Yaşar Öz adlı kişi ile
Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde 1994 yılında tanıştım.
Tarık Ümit adlı kişi Yaşar Öz’ü getirmiş, insan ticareti ile uğraştığını söylemişti... Yaşar Öz korkuyordu,
telefonda bilgi veririm dedi, kendisinin yurtdışında da bağlantıları vardı.
İstihbarat Daire Başkanlığına yönlendirdim. Verdiği telefon numaraları sonucu başarılı operasyonlar yapıldı. Kendisinin bana telefonla bildirdiği telefon numaralarını bizzat İstihbarat Daire Başkanlığına bildirmiştim.”
Müthiş
itiraftır.
O tarihte Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Emin Arslan’dı. Arslan, 30 Ocak 1997 günü
TBMM Susurluk Komisyonu’nda bu iddia hatırlatıldığında nasıl
cevap vermişti dersiniz?
Mehmet Elkatmış soruyor: “Bu Çatlı’dır veya Yaşar Öz’dür veya başkasıdır. Bu gibi kişiler sizin bilginiz dahilinde çalıştırıldı mı, bunlara
yeşil pasaport,
silah taşıma belgesi veya silah uzmanı gibi verildi mi?”
Arslan: “Yok efendim... Yaşar Öz, Tarık Ümit, şunu açıklıkla ifade edeyim, bunlar bizim dairenin çalıştırdığı veya görevlendirdiği
eleman değil.”
Elkatmış: “Peki, size, böyle bir emir, böyle bir ricada bulunuldu herhangi biri?”
Arslan: “Ben, bir kısmını sonradan hatırlıyorum, bu Yaşar Öz’ün pasaport işlemlerinin çabuklaştırılması konusunda Emniyet Genel Müdürümüzün ricası olmuştur.”
Yaşar
Topçu devreye giriyor: “Yaşar Öz sizin için sıradan, hatta sıra dışı bir adam mıdır, hiç hatırlanmayacak bir adam mı?”
Arslan: “Gerçekten öyle Sayın Milletvekilim.”
Topçu: “Bu sözünüzden dolayı şimdi endişeye kapıldım birden. Yaşar Öz sizin için sıradan bir adamsa, biz, o zaman, bu dükkânı kapatalım gidelim.”
Arslan: “Efendim, bunu şerefimle söylüyorum,
yemin ediyorum, ben, Yaşar Öz’ü, bunu açıklıkla ifade ediyorum, Yaşar Öz’ü, bu televizyonda, gazetede çıkmadıktan sonra tanıyorsam, istediğiniz suçlamayı yapabilirsiniz. Yani, bu şahıslarla bizim hiçbir organik çalışmamız ve işimiz yoktur.”
Topçu: “Yaşar Öz’ü tanımayan istihbarat teşkilatı bana göre yanlış çalışmış... Sevgili kardeşim, şu suçluluk duygusundan vazgeç.”
Yaşar Öz ve Tarık Ümit’i tanımadığını şerefi üzerine yemin ederek reddeden Arslan’ın bu açıklamasından 12 yıl sonra eski amiri Ağar, itiraf etti.
Bu şeref yeminine ne diyeceğiz şimdi? O tarihte Arslan’ın yardımcısı Avcı’ydı. Peki sayın Avcı, siz ne diyorsunuz?