Bizler hep taş atarak büyüdük. Küçük taşları hedefe isabet ettirmek, büyüklerini uzağa atabilmek büyümenin ölçüsüydü. Taş, çocuk oyunlarının maliyeti sıfır olan oyuncağıydı. Birçok
spor dalı taş yerine ikame edilen farklı ebatlardaki topları isabetli ve süratli atma becerisi üzerine kuruludur.
Demek ki taş atarak
oyun oynamak, spor yapmak ve
kavga etmek mümkün. Hatta kahraman olmak bile... Kutsal kitaplara girmiş en büyük destanlardan biri Hz. Davut'un taş atarak bir dev olan Golyat'ı devirmesidir.
Polise taş atan çocukların Terörle Mücadele Yasası gereği ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaları ve ağır cezalar almaları, aslında hepimizin çocukluğuna haksızlık. "Aileleri
teşvik ediyor", "örgütlü yapıyorlar" gibi ithamların anlamı yok. Bu cezalarla yapılan en büyük haksızlık o çocukların omuzlarına taşıyamayacakları kadar ağır bir siyasî bilincin yüklenmesi. 14 yaşında taş attığı için
terör suçundan hakim karşısına çıkan bir çocuğu nasıl bir gelecek bekler? Suçu bir kenara bırakın, suçun nedeni olan si
yasal bilinç o çocuklara nasıl yüklenir?
Şahsen çocukluğumda taşla aşağıya indirdiğim cam sayısını hatırlamıyorum. Kafamdaki dikiş sayısını da. İdeolojik çatışmalar büyüyünce birçoğumuz bu çocukluktan kalma yeteneği geliştirme fırsatı bulduk. Bir gün birileri elimizdeki taşların yerine
silah yerleştirdi. Bizler hâlâ çocukluktan kalma alışkanlıkla taş attığımızı zannediyorduk.
Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı ve önceki gün Bakanlar Kurulu'nun Meclis'e sevk ettiği
yasa tasarısı ile polise taş atan çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanması sağlanacak. Taş atmak terör suçu olmaktan çıkınca ve ağır ceza mahkemelerinin
yetki alanı dışına çıkartılınca bu suçtan yargılanan çocuklara umut ışığı doğmuş oluyor. İki yıla kadar olan cezaların ertelenmesi de durumun iyileşmesine katkı sağlayacak. Gerekli ama yeterli olmayan bir
düzenleme. "
Cezaların caydırıcılığı" prensibi ile meseleye yaklaşanlar için soralım: Bu düzenleme çocukların "polise taş atma suçu"nu azaltır mı?
Hayır azaltmaz. Ama bu çocukların
toplum dışına itilmesini,
erken olgunlaşmış siyasal bilinçleri ile ölçüsüz şiddet üretme potansiyellerini engeller. Kısaca toplumsal barışa ve huzura katkıda bulunur.
Türkiye "
demokratikleşme açılımı" ile yeni bir başlangıç yapmaya çalışıyor. Bugüne kadar hep te'dip eden ve ceza kesen "Devlet Baba"yı tanımış olanların, demokratikleşen devletin
şefkatini de hissetmesi lâzım. Bir çocuğu
terbiye etmek için ceza vermek mi, yoksa şefkat göstermek mi daha çok motive edicidir. Birçok alışkanlığımızın ve beklentimizin değişmesi, doğru bilip de bugüne kadar benimseyip uyguladıklarımızın gözden geçirilmesi gerekiyor. En başta da devlete biçtiğimiz rol kalıplarını gözden geçirmeliyiz.
"Demokratikleşme açılımı"nın bir "devlet projesi" olarak geliştirilmesi bir anda devleti toplumun çok ilerisine taşıdı. Devlet kangren hale gelmiş etnik sorunu çözmek için demokratikleşmeye, kendisini
kayıt altına alan temel hak ve
özgürlük standartlarını yükseltmeye karar verdi. Doğrudan temsil gücü olan siyasî partiler arasında süren tartışmalar, toplumun devletin gerisine düştüğünü gösteriyor. Toplum kapanmak, devlet ise açılmak istiyor. Belki bu evrede tepkisel nitelikli kapanma eğilimleri öne çıkıyor.
O zaman hepimize "taş atan çocuk"lar olduğumuz çocukluk yıllarımızı hatırlamak düşüyor. Bu çocukları kulağından çekip hapse atmak yerine, taşı alıp ellerine yerleştireceğimiz o kadar çok alternatif var ki. Bu çocukları hapse atmak yerine ailelerine teslim etmek devlete düşüyor. Bize ise o taşın yerine konulacak şeyleri bulmak. Aslında yaş önemli değil, taş atarak kendini ifade eden büyük çocuklara da şefkat lâzım. En başta çözüm için atılan adımları çocukça bir siyasî rekabetin malzemesi olmaktan kurtarmalıyız. Günah keçileri bulup taşlamaktan vazgeçmeliyiz.