HİÇBİR iflas haberi beni önceki gün Denizli’den gelen hikâye kadar etkilemedi.
Amerika’da olsa 35 yıllık sanayici Esat Sivri’nin mücadelesi gazetelerde minik bir haber olarak geçiştirilmez, üniversitelerde “case study”, yani “örnek vaka” olarak okutulurdu.
Çünkü Denizli Basma ve Boya Sanayi’nin (DEBA) hikâyesi Türkiye’de ekonominin, özellikle de
tekstil sanayiinin dönüşümünü anlamak için biçilmiş kaftan.
Her şeyden önce ortada çok ciddi bir insani dram var.
Ama patronun vakarı,
sendikacıların körlüğü,
bankaların katılığı da var.
Hepsinden öte
Anadolu kaplanlarına özgü muhteşem bir kara mizah var.
* * *
En baştan başlayalım.
Denizli Sanayi’nin duayeni olarak kabul edilen Esat Sivri, DEBA’yı 1973 yılında kurmuş. Yani öyle “sonradan görme” tekstilcilerden değil, sektörün öncüsü.
Dokuma,
boyama, basma, pantolon, nevresim ve çarşaf üretiminde uzman.
Öyle ki kısa sürede
Hugo Boss, Dockers, Levi’s gibi ünlü markalar müşterisi olmuş.
Fakat o fason üretimle yetinmemiş, Uniqart ve Colossae adıyla markalarını yaratmış.
Kaliteli
baskı tesisleri ve markalarıyla tam 22 ülkeye ihracat yapar hale gelmiş.
Anlayacağınız arkasına aldığı geçici rüzgârla yetinmemiş.
Boya-baskıdan üretime, fasondan markaya sürekli kendisini geliştirmiş.
Ama yine de olmamış.
* * *
“Neden olmamış?” başlıklı uzun bir tez yazılabilir. Ben size
özet geçeyim.
İhracata dayalı çalıştığı için ilk büyük darbeyi 2001 krizinde yemiş.
Dövizin anlık fırlamasıyla şirketinin
finansal yapısı bir daha toparlanmamak üzere sarsılmış. Bankasıyla defalarca kredilerin yeniden yapılandırılması için masaya oturmuş.
Tam toparlanmaya başlamış,
işçi sayısını 1700’e, ihracatını 56 milyon dolara çıkarmışken 2008 küresel finans krizine yakalanmış.
Bankası krizi atlatması için esnerken bu kez de sendikaya çarpmış.
Oysa DEBA, Denizli’de sendikal örgütlenmenin olduğu birkaç tekstil fabrikasından biri. Yani Esat Sivri işçisinin hakkını ilk günden itibaren koruyan bir patron.
Ama gelin siz bunu TEKSİF sendikası yönetimine anlatın.
* * *
Adam
maaş ödeyemez hale gelmiş, sendika
ikramiye peşinde.
Arabuluculara rağmen en
küçük bir taviz yok.
Ve sonunda 36 yıllık sanayici havlu atmak zorunda kalmış. Ama ne havlu.
Yaşadığı sıkıntılar yüzünden by-pass ameliyatı geçirmiş, tam dört damarı birden değiştirilmiş, stent takılmış. Yetmemiş, bir de
kanser teşhisi konmuş.
Tüm bunlar olurken onun tek derdi binlerce çalışanını işsiz bırakmamak.
Ama nafile, ne banka, ne sendika ne de hükümetin makro ekonomi politikaları en küçük yardımda bulunmamış. Bir de üstüne global finans krizi.
* * *
Önceki gün fabrikanın kapısına
kilit vurulurken dikkat ettim, 77 yaşındaki duayen sanayici hiç kimseden şikâyetçi değil.
Ne bankasını suçluyor, ne de ikramiye peşine düşen sendikayı.
Tek üzüntüsü işçileri. Onların son kalanlarıyla birlikte öğle yemeğine oturmuş.
O arada bir gazeteci bir zamanlar
Anadolu kaplanı olduğunu hatırlatıyor.
Esat Bey o müthiş mizah anlayışıyla şu dramatik cevabı veriyor: “Biz Anadolu kaplanı değil, Anadolu eşeğiyiz. Sırtımızda yıllarca yük taşıdık. Bu yaşımızdan sonra da taşımaya devam edeceğiz.”
Biliyorum bu yazı bir “case study” değil ama Türkiye’de onuruyla çalışan sanayicinin dramatik portresi.