Dünya tarihinde altı asır ayakta kalmayı ve hükmünü sürdürmeyi başarmış iki hanedan var: Osmanoğulları ve Habsburglar..
Habsburg hanedanı Roma Germen İmparatorluğu’nun vârisiydi; Osmanoğulları Selçuklu’nun. Habsburg hanedanının kuran Rudolf’un torunu III. Friedrich 1452’de Kutsal Roma Germen imparatorluğunun ilk hükümdarı olarak Roma’da Papa 5. Nicholas’ın elinden taç giydiğinde
Osmanlı tahtında Fatih vardı ve
İstanbul kuşatması için hazırlıklarını tamamlamıştı.
Osmanlı’yı kendisinden önce kurulmuş bütün Türk imparatorluklarından farklı ve üstün kılan özellik, onun ‘Devleti ebed müddet’ düşüncesi yanında ‘mülkün’ birlik ve bütünlüğünü korumayı esas almış olmasıdır. Bu son derece önemli, ayırd edici bir özelliktir, zira Orta Asya’dan itibaren Osmanlı’ya kadar Türk devlet geleneğinin karakter çizgisinde öne çıkan vasıf, kurucu liderin
vefatından sonra ülkenin şehzadeler arasında paylaşılması ve kardeşler mücadelesi sonucu gelen yıkımdır.
Altı asır boyunca Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinde varlığını ve ağırlığını sürdürmesini sağlayan 36 Osmanlı hükümdarının hepsinin liyakatli ve üstün meziyetlere sahip olduğu iddia edilemez.
Çelebi Mehmed, 2. Murad, Fatih,
Yavuz, Kanuni, 3. Selim, 2.
Mahmud, Sultan Aziz,
2.
Abdülhamid gibi parlak isimler yanında saltanat geleneklerine uyularak hasbelkader
tahta çıkarılmış hükümdarlar da vardır. Ancak 17. yüzyıldan itibaren devletin sıkıntılı bir döneme girdiğini ve Batı karşısında gerilemeye başladığını sezen, 18. yüzyılda bunun sancısını en şiddetli şekilde yaşayıp 19. yüzyılda değişimin önünü açan da hanedandır. Bu uğurda tarihin en dağdağalı dönemind
e devletin dayandığı orduyu bütünen
tasfiye etmeyi göze almış bir ailedir sözünü ettiğim. Keza saltanat makamının mutlak yetkilerini sınırlandıran düzenlemeleri benimseyip bunu gerçekleştirmek için bürokrasinin direncini kırma mücadelesi vermiş bir ailedir Osmanoğulları.
Sanılanın aksine yetkileri hayli sınırlı kişilerdir Osmanlı
padişahları. 19. yüzyıl sonunda İttihad Terakki idaresi döneminde yapılan
Anayasa değişiklikleri sonrası Sultan Reşad devrinde padişahlık sembolik bir ünvan, saltanat makamı sureta onay mercii niteliği kazanmıştır. Kıyaslama olsun diye söyleyeyim; günümüzde T.C. Cumhurbaşkanları devlet idaresinde son iki Osmanlı padişahının sahip olduğu yetkilerin çok ötesinde yetkiye sahiptirler. İttihadçıların Sultan Reşad’a vefatından önce
hasta yatağında ‘hini hacette kullanmak üzere’ diyerek boş kâğıtlar imzalattıkları bilinir.
Ermeni propagandasına ağzını uyduran Türk aydını tarafından adı ‘
Kızıl Sultan’a çıkarılan ve uzun zaman ismi istibdad sözcüğüyle anılan
2. Abdülhamid’in henüz yeni yeni ve kısmen anlaşılmaya başlandığını söyleyebilirim..
Vahideddin hakkında ise tarih bence henüz nihai hükmünü vermemiştir. Son padişah hanedanın pırıltılı isimlerinden biri değildir belki ama cumhuriyet onun hicretiyle
iç savaş yaşanmaksızın inşa edilebilmiştir. Onun kaçtığı söylemiyle şartlanan zihinlerin, Sultan Vahideddin’in yurtdışına çıkmayıp saltanat iddiasını sürdürmesi halinde Ankara’da
neler yaşanabileceği, BMM’nde saltanat makamı ve hilafet konusunda duyarlı vekillerin sürece
destek vermekte ne kadar istekli olabilecekleri sorusuna
cevap vermeleri gerek. Keza Vahideddin’in yurtdışına çıktıktan sonra gerek
Atatürk gerekse
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine tavır almamış olmamasının bir anlamı olup olmadığına da..
İstanbul halkı ve Türk basını bence
Ertuğrul Osmanoğlu’nun cenazesine gösterdiği ilgi ve katılımla rejim değişikliğiyle
Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşen altı asırlık imparatorluğu ayakta tutan aileye vefa borçlu olduğunu göstermiştir.