Sevgili okuyucular, bu Pazar sizlerle, zaman zaman gündeme getirdiğim ‘yargı’ konusunda sohbet edeceğim. Bildiğiniz gibi Hükûmet, -eksikleri ve yanlışlıkları olmakla beraber- bir hayli tatminkâr ve iyi hazırlanmış bir ‘
Yargı Reformu’ paketini kamuoyuna açıkladı.
Bu paket çok daha kapsamlı ve cesurâne olabilirdi. Lâkin, Hükûmeti de mâzur görmek lâzım. Öyle ya,
şeytan kovalamaktan
abdest almaya
vakit bulamıyorlar ki...
Adaleti nasıl bilirsiniz?
Efendim, yargı denilince aklımıza derhal şu üç vecize gelir. Bir bakıma bu üç vecize, milletimizin
adalet ve yargı hakkındaki genel kanaatini aksettirir.
Birincisi, Hz. Ömer’in, Atatürk’ün de benimsediği şu vecizesidir: ‘Adalet Mülkün
Temelidir’. Bu temel düstur, gündelik yargı kelimesini çok aşan bir mâna ifade eder ve ‘adaletin’ bir sistemin işlemesinin temel dayanağı olduğunu gösterir.
İkincisi, ‘Gecikmiş adalet, adaletsizliktir’ vecizesidir.
Bu da, hakkı yerine getirmenin zamanında olması gerektiğinin çarpıcı bir ifadesidir.
Nihayet, adaletin tefessühü ve geciken adaleti düşünen halkımızın bir duâsı vardır: ‘
Allah hekime de, hâkime de muhtaç etmesin!’...
Zira her iki sahada da ağzımız ziyadesiyle yanmıştır. Adliyede ve hastanede itilip kakılmamış tek kişi gösterebilir misiniz?..
Tehirli adalet
‘Bir
avukat asliye hukuk mahkemesinde konuşmasına başlarken şöyle diyordu:
-
Hâkim Bey sözlerime, bu
dava dosyasına saygılarımı sunarak başlıyorum. Çünkü bu dosya benden
yaşlıdır. Bu dâvayı ben doğmadan önce babam rahmetlik açmıştı. Şimdi ben büyüdüm, avukat oldum; bu
dâvaya akrabalarımız ve kendi adıma
vekil sıfatıyla giriyorum... Evet, bu avukat ne yazık ki bu satırların yazarı olan ben idim. Bilindiği gibi 1923 doğumluyum; en yaşlı üye sıfatıyla 20. Dönem TBMM’yi ben açmıştım.’ Süleyman Ârif Emre ,
Ağustos 1996’da yayınlanan Yeni Türkiye’deki çok hoş ve ibretli yazısına böyle başlıyordu.
Gene, Doç. Dr. Tahsin Erdinç anlatıyor: “Olay Konya’nın Kadınhanı ilçesinde cereyan ediyor.
Cumhuriyet’in ilânından 28 gün sonra 1923’te açılan men’i müdahale dâvası, dört nesil eskittikten sonra yeni sonuçlandı. Yani karşımızda Cumhuriyet ile yaşıt bir dâva...”
Yazımı kaleme almadan, bayram münasebetiyle kendisini aradığımda, ‘Hasancığım,
benim 1996’da bitti dediğim dâva var ya, o hâlâ devam ediyormuş!’ demez mi?.. Dahası da var, Tahsin’in verdiği bilgiye göre, tâ 1310’da
Osmanlı döneminde, Sakarya’nın Ferezli ve
Karasu ilçelerinde açılan dâva da hâlen devam ediyormuş... Yani birbuçuk asırlık bir dâvadan söz ediyoruz.
Size fıkra gibi gelen bu dâvalar aslında bir rezalettir ve yargı sistemimizin de yüzkarasıdır.
Yargıyı yargılamak
Efendim, geçenlerde de bahsetmiştim. Değerli
hukukçu Uğur İbrahimhakkıoğlu, adalet ve yargının içler acısı durumunu tasvir ettikten sonra, “Adalet hizmetlerinin ifâsında açıklık, basitlik, yeterlilik, sürat ve hakkâniyeti sağlamak, artık devletin ve iktidarın başlıca görevi hâline gelmiştir” diyor.
Ben buna ‘yargıyı yargılamak’ diyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın, yargının bağımsızlığına müdahale etmek aklımızdan bile geçmez. Lâkin, adalet ve yargı mekanizmasının genel bir perspektiften değerlendirilmesi, kısaca yargıyı yargılamak şarttır. Bunun da esas yeri, milletin iradesinin tecelligâhı TBMM’dir. Demokrasi içinde pozitif hukukun yegâne kaynağı olan yasama organı, yargı sisteminin sorgulanmasından ve Yargı Reformu’nun gerçekleştirilmesinden de sorumludur.
Merhum Özal’ın Başbakanlığı sırasında
Başbakanlık Müsteşarı olarak yürüttüğüm bir yargı
reformu çalışması vardı.
Epeyce yenilikler gerçekleştirmiş, özellikle de usûl
kanunlarındaki süreleri çok kısaltmıştık.
Usûl kanun tasarılarında süreleri önce ben indirirdim; daha sonra Özal’ın önüne geldiğinde, hukukçuların itirazlarına rağmen o da süreleri tekrar kısaltırdı. Lâkin, jüristokrasinin mukavemeti ve ‘iyi saatte olsunlar’ın korkusuyla bu konuda köklü değişikliklere gidememiştik.
28 Şubatta başlattığım ‘
sivil itaatsizlik’ hareketi neticesinde, hiçbir hukukî hatâm olmamasına rağmen kendimi yargı önünde buldum ve düşüncelerimi ifade ettiğim için de, aynı siyasallaşmış yargı beni hapishaneye kapattı...
Mensuplarının objektif olmayan zihniyetinden başlayarak yargıyı yargılamak lâzım...
Ancak bilinmelidir ki yakılan
adliye binalarını, zaman aşımına uğratılan ve bazen de kaybedilen dosyaları, rahmetli
Yargıtay Başkanı Mehmet Uygun’un sözünü ettiği ‘vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışmış’ yargı mensuplarını, yargılamayı ‘vatan
kurtarma’ sanan hâlaskâr bozuntusu, peşin hükümlü yargı tâifesini görmeden ‘Yargı Reformu’ da yapılamaz.