İlk yazımda yazdım.
Ramazan'da kutsal topraklarda bulunmak demek, namazla, Kur'an'la, Peygamber'le,
Kabe ile iç içe yaşamak demek.
Bunların tamamı ise insanla Yaratan arasındaki alakanın diri olmasını temin etmeli.
Düşünüyorum da...
Teravih namazları hatimle kılınıyor
Mekke-Medine'de...
Bu, 20 rekatlik bir Kur'an okuyuşu demek.
Kur'an'da bir cüz, yani 20 sayfa.
Kur'an, Kur'an, Kur'an...
Namazın Kıraat rüknü.
Sonra bir o kadar süre, ayakta duruş.
Yani namazın kıyam rüknü...
Sonra rükular, secdeler...
Yatsı namazı ile birlikte aşağı yukarı 2 saati bulan bir süre...
İbadet, yani
Allah'ın huzurunda duruş hali.
Ramazan'ın yirmisinden sonra hem Mescid-i Nebi'de, hem Mescid-i Haram'da teheccüd kılınıyor. 10 rekatlık teheccüd ve onun ardından kılınan üç rekatlık vitr namazı, saat 01.00 ile 03.00 arasında kılınıyor.
Bu iki saat süresince de Kur'an okunuyor, kıyamda duruluyor, rüku ve secde yapılıyor.
Bir gece içinde denebilir ki, dört saat süreyle kıyamda duruluyor, Kur'an okunuyor, rüku ve secdelerde Allah Teala tespih ediliyor.
Kulaklardan kalplere Kur'an çağıldıyor.
Ve
Müslüman, Allah huzurunda duruş (kıyam)u en müessir hüviyetiyle yaşıyor.
Tesbihat dedim...
Özellikle teheccüd namazlarında, rüku ve secdelerde yapılan tesbihatı saymaya kalkmak beyhude...
Düşünün! Rüku için eğilmişsiniz ya da alnınız secdede ve diliniz Rabbi tespih ve tenzih etmekle meşgul...
Beni meşgul eden soru şu:
Bütün bu namazlar süresince Kur'an'ı ne kadar duyuyoruz?
Kıyamlarımız ne kadar yüreğimize yansıyor?
Rüku ve secdelerde ne kadar Rabbimize yaklaşıyoruz ?
Öncelikle Kur'an'ın dilini anlama problemimiz var.
Her iki Harem'in imamları, Kur'an okurken, sanki
ilahi çağrının yüreklerimize ulaşmasını istercesine anlamda vurgular yapıyorlar.
Bazen o vurgulara gözyaşları karışıyor.
Bazen sesleri çığlığa dönüşüyor.
Sanki "Duy bu Rabbin çağrısını, anla, idrak et, hayatına taşı, Rabbin senden nasıl bir hayat yaşamanı istiyorsa, onu anlatıyor bu Kur'an" diyor. "Kur'an senin hayat rehberin" diyor. "Her namazda Kur'an, boşuna okunmuyor" diyor.
Ben de içimden, "Kur'an'ı anlama seferberliği başlatmalıyız" diyorum.
Kıyamların idraki de bir önemli mesele.
Yani gelmişiz Rabbin huzurunda durmuşuz, demek kıyam.
O çağırmış ve gelmişiz.
İşimizi gücümüzü bırakıp O'nun çağrısına uymuşuz.
O çağırınca gelmemek olmaz, bunu bilmişiz.
O'nun huzurunda durmanın, evrende var oluşun olmazsa olmaz gereği olduğuna inanmışız.
Namaz bize bunu öğretmiş.
Bu huzur halini, yüreğinin ölçüsü yap, denilmiş kıyamla bize.
Sonra, namazda olmadığın zamanda da, sanki huzurdaymışsın gibi yaşa, denilmiş.
Böyle bir kalbi yoğrulma potası diye düşünüyorum Ramazan ikliminde Haremeynişşerifeyndeki var oluş halini...
Bu Kur'an yoğrulmasını, bu
ibadet duyarlılığını, bu secde ve rüku diriliğini, diğer zamanlarıma taşıyabilme cehdi kıvılcımlanıyor içimde...
Eşime bir
aile geleneği başlatalım diyorum.
Çocuklarımızla birlikte her gün Kur'an'la bir miktar beraber olmayı gelenek haline getirelim ve bu nesillerimize intikal etsin...
Kutsal topraklardan özlemle ayrılıyoruz.
İstanbul'a dönerken, uçakta içimize sevinç halinde düşen iki damla
gözyaşına
tanık oluyoruz.
THY uçağı.
Atatürk Havaalanı'na iniyor.
Yolcular ayakta uçağın kapılarının açılmasını bekliyoruz.
Kabin amiri
hostesle
küçük bir sohbet ortamı oluşuyor.
Hostes hanım, "Oralar"a duyduğu özlemi dile getiriyor.
"Ah..." diyor, bir de ben gidebilsem..."
İşte böyle birkaç kelime söylüyor, dudakları kıpırdıyor, gözleri kızarıyor ve iki damla gözyaşı akıyor.
Ne güzel bir şey böyle özlemle ağlayabilmek Rabbim diye geçiriyorum içimden...
"Aslında, diyor, bütün hayatımın böyle bir yolda yaşanmasını isterdim."
"Rabbim nasip etsin" diyoruz, eşimle birlikte ve bütün kalbimizle...
"Doyumsuz 10 gün" dedim ya...
Anamın okuduğu bir ilahi vardı:
"Muhammed'e doyulur mu?" gibi bir nakaratla biterdi...
Eminim gidenler özlemle ve "Rabbimiz herkese nasip etsin" duasıyla dönüyor.