HER halde siz de benim gibi, önceki günkü “
Hürriyet”in manşetini ilk gördüğünüzde sonsuz hayretlere kapıldınız.
Spotları okuduğunuzda ise gözlerinize inanamadınız.
Çünkü,
Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “
Kürt açılımı”na ilişkin olarak verdiği demeçten dolayı
Hülya Avşar hakkında
soruşturma başlatmış.
Breh breh breh, meğer
sanatçı “halkı kin, nefret ve düşmanlığa
tahrik etmişmiş”.
* * *
BÖYLESİNE korkunç, hatta aslında korkunç bile değil traji-
komik ve içler acısı bir gelişmeden sonra ne denilebilir ki ? Türkiye’deki
demokrasi tanımı, hukuk kavramı ve
adalet sistemi hakkında söylenecek her şey suya yazı yazmaktan öte bir kıymet-i harbiye taşır mı ?
21. yüzyılda yaşayan ve kağıt üzerinde de hukuk devleti olan bir ülkede eğer o hukuk bizzat “hukukçular” (!) tarafından bir esaret prangası olarak yorumlanıyorsa, “şeriatın kestiği
parmak acımaz” kaderciliğine itaat etmekten başka çare düşünülebilir mi ?
* * *
EVET düşünülebilir ve de zaten mutlaka düşünmek zorundayız.
Eğer birey olarak “yurttaş” ve kolektif olarak da “demokrat” olacaksak, tabii ki yine “
kanuni” çerçevede kalmak fakat o “kanuniyet” sınırlarını son raddeye dek göğüslemekten korkmamak kaydıyla, şu an mevcut “adalet”i (!) gerçekten a-d-i-l kılmakla yükümlüyüz.
Dolayısıyla, önce yukarıdaki “şeriat”ı, yani
sivil “
yasa”yı değiştirmemiz gerekiyor.
Sonra da hüküm veren “kadı”yı, yani laik “
yargıç”ı çağdaşlaştırmak görevi dayatıyor
Çünkü artık yetti,
bardak taştı ve de gınağı geldi !
* * *
YETTİ, zira bir değil, beş değil, yüz değil, TSK’yla birlikte ülkenin en muhafazakar ve en statükocu kurumunu oluşturan adli merciin yukarıdaki “legaliyet”i hep nalıncı keseriyle ve daima o statüko zaptiyesi doğrultuda yontması, aslında bir “adli tâciz” silsilesi oluşturuyor
Bu “adli
taciz” bir hukuk deyimidir ve iki türlü gerçekleştirilir.
Bir; bizzat o adalet mekanizması içinde yer alan bazı yargıçlar, zaten her yerde ve her zaman
toplum dinamiklerinin gerisinde kalan yasayı daha da ge-ri-ci biçimde yorumlarlar.
Tutarlar, kendi insiyatifleriyle ve Avşar’a olduğu gibi, filanca veya falanca hakkında, “halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik etmek” gerekçesiyle soruşturma açarlar.
Yahut,
gazete kupürlerinden “
iddianame” (!) hazırlayıp, halkın yarısına yakın kesimi tarafından desteklenmiş bir
iktidar partisini “
laiklik karşıtıdır” (!) diye kapatmaya kalkışırlar
Tabii adaletin tarafsızlığı hakkında da mangalda kül bırakmazlar ama, külâhıma anlat !
Çünkü
emekli olur olmaz ilk iş, ya
Yekta Güngör Özden gibi “ordu göreve” ve “Kürt bakkala gitme” sloganlı dergilerde; ya da
Vural Savaş gibi, “
Ergenekon” sanığı “Karanlıkçı Maocu” varakparelerde “yazarlık” (!) statüsü edinmeye soyunurlar.
Bu arada da, “adli tâciz” yaparak verdikleri hükümler
Strasbourg AİHM’sinden hep geri döndüğü için ülkelerini daima tazminat ödemeye mahkûm ettirtirler ama, ne umurlarında!
* * *
ÖTE yandan, aynı “adli tâciz”in diğer varyantı da yine kanunların gerici ve elâstiki yorumundan yararlanır. Fakat “tâcizci” bu defa bizzat adalet sistemi değil üçüncü bir taraftır.
Meselâ, halen “Ergenekon”da yargılanan ve bir ara “ulusalcı” kesime koç başı olan Kemal Kerinçsiz adlı şahsın Orhan Pamuk’tan Hrant Dink’e, bilûmum özgürlükçelere karşı “Türklüğe
hakaret” (!) gerekçesiyle
dava açması, bunun somut emsâlini oluşturuyor.
Ve biliyoruz, önce Aziz Nesin’i, sonra da Baskın Oran’ı “hakarete uğramaları suç değildir” gibi inanılmaz bir kararla yargılamış olan “adalet” (!) yukarıdaki tür “tâciz”e de daha baştan teşne olduğu içindir ki, o Kerinçsiz’i bile kâale almaktan asla beis duymadı.
Eh, biz de böyle bir “adalet”in adilliğini kâale almıyoruz ve “tâciz”lerine direniyoruz.