Türkçe, anayasaya göre
resmi dilimiz.
Genelkurmay Başkanı
Org. Başbuğ, bir nitelik daha ekledi;
‘’Ortak
iletişim dilimiz’’.
Elhak, doğru...
Adını tam koyalım o zaman.
Bu
tarife göre Türkçe, bizim Lingua Franca’mız oluyor.
Atatürk’ün tabiriyle ‘Cumhuriyeti kuran
Anadolu halklarına
Türkiye halkı’ denir.
Anadoluda yaşayan halkların ‘ortak iletişim dili’ de, Türkçe’dir.
***
Org. Başbuğ’un,
Mardin konuşmasında getirdiği tanım şöyleydi:
‘’ Anayasamızın 3. maddesi çok açık. Türkçe resmi dil ama, önemli olan bir husus daha var.
Türkçe, aynı zamanda ortak iletişim dilidir, ekonomi dilidir.’’
Yani, resmi dil, her zaman ve her yerde ‘ortak dil’ olmayabilir.
Aralarında bir sebep-sonuç ilişkisi bulunmaz.
Zorunlu olarak birbirlerinin varlığını davet etmezler.
‘Resmi dil’ başka, ‘ortak dil’ başkadır.
Pratikte çoğu resmi dil, Lingua Franca’dır.
Ama pek az Lingua Franca, ‘taşıyıcı
araç olduğu’ toplumlarda, resmi dil hüviyetine sahip...
Türkçe, aynı anda bu her ikisi birdendir.
Hem resmi dildir, hem de Anadolu’nun Lingua Franca’sı, yani ‘ortak dili’.
Bu ikisinin ayrı şeyler olduğunu fark edip, adını da böyle telaffuz etmeli.
Çünkü, sanıldığı gibi faydasız bir ansiklopedik bilgi değil bu.
Basit ve fakat hayatımıza büyük kolaylık getirebilecek, işlevsel karşılığı olan bir malumat.
Org. Başbuğ’un farkı farketmesini, bunu dile getirmesini önemsemem ondan.
Unutmayalım ki;
Demokratik
açılım sürecinin gelip tıkandığı birkaç meseleden birini konuşuyoruz.
Kürtçe’ye serbesti tanınması; eğitimde, yayıncılıkta, kamusal alanda kullanım imkânı verilmesi...
Resmi dil Türkçe iken ve böyle kalmasını sağlayacak şekilde, Kürtçe’ye nasıl, ne kadar
yaşam alanı açabiliriz?
***
Lingua Franca,
ana dilleri aynı olmayan halklar arasındaki ‘ortak iletişim’ kanalıdır.
Aslında ekseriyetle de konuşanlardan birinin ana dili değildir.
Yapay ya da
doğal olsun, üçüncü bir dildir.
Sömürgeler çağında İspanyolca, Fransızca,
İngilizce ya da Flemence böyleydi mesela.
Bugün hâlâ eski sömürge bölgelerindeki yerel dillerin üstünde ‘ortak dil’ olarak yaşıyorlar.
Türkçe’nin ise, özel bir durumu var.
Yabancılar tarafından getirilmedi,
zaten burada ana dil olarak konuşuluyordu...
Cumhuriyet’i birlikte kuran, kader birliği yapmış halkların müşterek lisanı oldu.
Üstüne bir de, resmi dil...
Hassas nokta, tam da burası.
Lingua Franca, resmi dilden fazlasıdır.
Bu sebeple esasen, yerel diller karşısında yasal korumaya da ihtiyacı olmayan dildir.
Çünkü, alternatifi yoktur.
Doğal bir kullanım üstünlüğüne sahiptir.
Onun için Lingua Franca!...
***
Sadece yaygın dil olarak bakmayın.
Aynı zamanda ticaretin, eğitimin, kültrürün, sanatın, edebiyatın dili olmuştur.
Yerel dilleri dışlaması, bastırması, yasaklaması gerekmez.
Bu tecrübeyi, Roma Katolik Kilisesi vaktiyle yaşadı.
Kilisenin Latince taassubu, ters sonuçlar üretti.
Reformist Martin Luther, yerel dilde
ibadet hakkı uğruna
Vatikan’a baş kaldırdı.
Dante, lanetlenme pahasına İlahi Komedya’sını ana dilinde kaleme aldı.
Çağdaş İtalyanca’nın kurucu kahramanı oldu.
İspanya’nın vaiz keşişlerinden Ramon Llull, Katalanca ilk
romanı yazdı.
Yerel bir edebiyat dili ortaya çıkardı.
Ezcümle; zorla, baskıyla, dayatmayla Kilise’nin birliği de, Lingua Franca ‘sı da korunamadı.
Aksine, 13. yüzyıldan başlayarak
Avrupa dil coğrafyası, peyderpey bölünüp parçalandı.
İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Flemence, Fransızca gramerler doğdu; gelişip serpildi.
Her biri, geniş coğrafyalara açıldı, birer Lingua Franca haline geldiler.
Kendi edebiyatlarını, okullarını, hatta kiliselerini kurdular.
Roma Katolik Kilisesi, ‘dil’ inadının bedelini pahalı ödedi.
1960’larda 2. Vatikan Konsülü, resmi dili Latince’den vazgeçmeden yerel dilleri de tanıdı.
Ama çok geç olmuştu.
Dil kıskançlığı ya da taassubu, ne derseniz deyin...
Felaket getirdi.
Oysa yerel dillerin konuşulması, ne resmiyeti bozardı, ne de ‘ortak dil’e halel getirirdi.
Vatikan, bunu göremedi.
Madem, Lingua Franca’nın yasaklarla korunamadığı ortada.
Sakın, biz de çok çok geç kalmayalım.