Hürriyet'ten kovulan
Emin Çölaşan'ın eski
gazetesiyle ilgili coşkun hislerini okurken şaşırmış Bekir
Hazar; 'medya patronu emrinde siyasetçi' görüntüsü hiç hoşuna gitmemiş...
Kimin hoşuna gider ki?
Bu soruyu sormama aldırmayın, bazılarının
Türkiye için öngördüğü
yönetim biçiminin
Emin Çölaşan'ın patronlarına verdiğini söylediği 'akıl'dan farksız olduğunu biliyorum. Bunlara göre 'en büyük güç medya gücüdür' ve bu sebeple de ülkeyi yönetmek medya patronlarının hakkıdır...
Tabii patronun gazetelerinde köşeleri tutmuşların da... '
Gazeteci' sıfatı taşıyan bazıları ülkeyi yönetme heveslerini dolaylı olarak karşıladığı için yazı yazma zahmetine katlanıyorlar... Ve bunu da fena halde belli ediyorlar...
Bakın Akşam'da çıkan söyleşisinde Emin Çölaşan bütün açık sözlülüğüyle kafalarındaki Türkiye tablosunu nasıl açıklamış: "Doğan Grubu'nun yedi tane gazetesi, üç tane de televizyonu var. Bu patronun hükümetle yüzlerce işi var. Ben bire bir yaşadığım için biliyorum bu olayları. Bunlar Erdoğan'dan resmen korkuyorlar. (..) Hep derdim ki, 'Ya
arkadaş, elinizde böylesine güç var, siz bunlardan korkacağınıza bunlar sizden korksun. Her gün
Tayyip Erdoğan sizi arayıp 'Benden bir emriniz var mı' diye sorsun. Benim elimde yedi gazete, üç TV kanalı olacak ve bunlardan korkacağım. Siz Türkiye'yi yıkarsınız. Yolsuzlukların üzerine, kepazeliklerin üzerine gidin dedim. Ama hep korktular."
Mecaz filân değil, gerçek düşünceleri yansıtan gerçek sözler bunlar...
Grubun gazetelerinde köşe verilmiş kişiler arasında meslekten gazeteci olmayanlar da var. Bunlardan biri, son günlerde başlatılan bir reklâm kampanyasında 'oyuncakçı amca' rolünü oynayan Yaman Törüner...
Merkez Bankası başkanlığı sonrası
Tansu Çiller'in DYP'sinden milletvekili olarak Meclis'e de girmişti Yaman Bey; şimdilerde Milliyet'te yazıyor.
Köşe verdiğine göre, grubun patronunun görüşlerine değer verdiğini, yazdıklarını okuduğunu varsaymamız gerekiyor...
Önce bir hatırlatma yapayım: Doğan
Medya Grubu ile
iktidar ilişkileri her zaman kötü değildi; 2003 başı ile 2006 sonu arasında '
soğuk ama saygılı' bir ilişki tarzı tutturulduğu söylenebilir. Cumhurbaşkanı seçimi ortamında yaşananlar ile ülkeyi
erken seçime götüren şartlar sırasında -yani 2007 başından itibaren- bozuldu ikili ilişkiler...
Grup bunu 2007 yılı mayıs ayında Almanya'da başgösteren '
Deniz Feneri' davasıyla irtibatlama eğiliminde; ancak ilişkilerde kötüye gidiş ondan önce başlamıştı.
Acaba ne oldu da 'soğuk ama saygılı' ilişki o noktada bozuldu?
Gruptan birilerinin, "Yeter artık, ülkeyi baldırı çıplaklar mı, yoksa bizler mi yöneteceğiz?" görüşünü etrafa benimsetmesiyle başlayan sürecin havayı zehirlediği ve ilişkileri bozduğu kanaatindeyim ben...
YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN