BEN Türkiye’nin “
Patriot”
füzesavar füze sistemleri edinmesine karşı çıkmıyorum.
Kabul, tabii ki “aman ha, mutlaka elzemdir” diye kesin bir hüküm de vermiyorum.
Fakat, bir rivayete göre fiyatı yedi, diğer bir rivayete göre ise bir milyar küsur dolar olan rampaların
Ankara tarafından satın alınmasını öyle cevvel
kalem de reddetmiyorum.
Yani, “bu krizde fahiş
silah harcaması
akıl kârı mı” diyenlere mesafeli duruyorum.
* * *
ZİRA
evet, eğer gerekiyorsa, ister ABD ister, Çin menşeili olsun ve isterse 7 değil 17 milyara patlasın, TSK’yı füzesavarlarla donatmak “akıl kârı”dır. Tersi ise akıl fukaralığıdır.
Ve tabii ki hayır, bunu “cihet-i askeriye”nin suyuna gitmek için söylemiyorum.
Zaten aynı TSK’nın “güçlü ordu” şiarındaki militarizmi daha dün eleştiriyordum.
Peki, hangi nedenden dolayıdır ki hem nalına, hem mıhına bir tutum sergiliyorum?
* * *
İLKİN, daima “anti-militarist” oldum ama “anti-militer” uçuruma hiç atlamadım.
Oysa elmalarla armutları karıştırmayalım, bunlar apayrı şeylerdir.
TSK’nın da 1960 darbesinden beri girdabına kapıldığı “militarizm” kışla ideolojisidir.
Kendi kendine gelin güvey olan bu otoriter zihniyet hem
sivil hayata müdahil olmak vehmine kapılır, hem de mesleki lonca dürtüsüyle, o hayatı o kışla nizamında tanzime kalkışır.
Üstelik, totaliter veya demokrat, söz konusu “militarizm” hariç her türlü rejimde
kural oluşturan “tüfengi asker tutar, tetiği sivil çeker” ilkesini zerre kadar umursamaz.
Dolayısıyla, genel stratejilerin ve önceliklerin saptanması gibi en hayati; kadroların ve silahların seçimi gibi de en pratik kararlarda bile zerre şeffaflık göstermez ve tekeli gaspeder.
İşte “militarizm” aynen budur ki, hepsini reddettiğim için de “anti-militarist”im!
* * *
BUNA karşılık “militer”, Türkçe’de “asker” denilen her şeydir. Tümlemesi ordudur.
Ve, şiddetten arınmış dünya bir ütopya olarak dahi hayal edilemeyeceğinden; artı, İsa Mesih hariç kimse şamar yedikten sonra diğer yanağını da gösterip “bir tane daha patlat” demeyeceğinden, o askere, o orduya, o TSK’ya hep ihtiyaç olmuştur. Vardır ve olacaktır.
Bu takdirde, “anti-militarist” değil “anti-militer” lâfazanlık vaazeden; yani şu güvercin simgesinin içindeki kuş beyniyle yetinen pasifizm, “militarizm” kadar tehlikelidir.
Hatta ötesi,
Hitler gırtlağına kadar silahlanırken Paris’te
savunma bütçesi bloke eden avanaklığın sonuçları ortada, bunlar dolaylı yönden bizzat o “militarizm”e de
hizmet ederler.
Fakat aksine, “militarist” olmayan demokratik “militerler” pasifist şamataya pabuç bırakmaz ve 1979’da denendiği gibi, mevcut Sovyet nükleer füzelerine karşı kontra füzeler yerleştirmek kararında sıkı dururlarsa
Moskova pes eder ki, pratik barış o zaman sağlanır.
* * *
İŞTE, farklı konjonktürde olsa bile, asla saldırı değil savunma silahı olan “Patriot” veya başka füzesavar füze sistemlerini de aynı ikili mantık çerçevesinde düşünmek gerekiyor.
Bir; evet artık “militarist” tabuyu kıralım. Tekeli TSK’ya bırakmadan, hem ülkemizin bu sistemlere ihtiyaç duyup duymadığı konusunu; hem de örneğin denizaltılar gibi taarruz üniteleri başta, genel silahlanma ufkumuzu stratejik boyutta ve enine boyuna tartışalım.
Bilhassa da şu şeffaf ve artık evrensel “profesyonel ordu” kavramına kafa yoralım.
Ancak iki; kaş yapayım derken göz çıkartıp ve bir yandan İran’ın
atom silahıyla, diğer yandan da hem onun, hem Suriye’nin öyle füzenin “savar”ıyla falan değil basbayağı “atar”ıyla donandığını unutup, “Patriot bizim neymize” diye mavsal salmak gafletine düşmeyelim.
Çünkü, heyhat ama nesnel ve dosdoğru gerçek: barış çoğu defa namlunun ucundadır!
Ve yeter ki,
hedef seçimini ve tetik çekimini “militarist” amaçla gaspetmemiş, fakat nişangâhı iyi bellemiş “militer” denetimimizde olsun, ona ancak güven ve şükran duyarız.