Ergenekon davasını
tutuklu sanığı
Tuncay Özkan, Emekli Oramiral Özden Örnek’in günlüklerinde adının iki kez geçtiğini söyledikten sonra, açıklama getirmiş:
“Efendim ben Örnek’i iki kez ziyaret ettim. Bunların ilkinde, “Bana
OYAK’tan reklam verir misiniz?” diye sordum. Ondan sonraki ziyaretimdeyse, “Recep
Tayyip Erdoğan bana saldırırsa, beni korur musunuz diye sordum.”
Hani şecaat arz ederken diye başlayan bi laf vardır... Gerisini siz getirin işte...
Tuncay Özkan’ın ifadesi aynen böyle.
Reklam isteyeceğin yer OYAK. Yani
Ordu Yardımlaşma Kurumu. Gideceğin yer de orası. Niye gidiyorsun
emekli Oramiral Örnek’e? Örnek Paşa, OYAK’ta reklam müdürü mü?
Reklamlardan o mu sorumlu?
Ha eğer OYAK BANK’tan reklamsa istediğin, bankanın reklam ajansına gideceksin...
Yani diyor ki Tuncay Özkan, “reklam için torpil istemeye gittim!”
Diğer bankalar için de emekli
general general dolaştın mı?
Neyse... Geçelim...
Gelelim Oramiral Örnek’e ikinci gidiş nedenine: “
Recep Tayyip Erdoğan saldırırsa, beni korur musunuz?”
Ne demek bu?
Tayyip Bey, Bruce Lee ya da
Jackie Chan mi?
Başbakan kung-fu ya da tai-chi uzmanı mı, havada uçup tekmeyi yapıştıracak sana?
Ha başka türlü bir saldırıysa söz konusu, o zaman bunun ne olduğuınu açık açık söyleyeceksin. Ayrıca bak
arkadaş, cürmü kadar yer yakan bir televizyondan cır cır konuşuyorsun diye hiç bir Başbakan, kim olursa olsun, sana saldırmaz. Şimdi gelelim mahkemede yaptığı diğer açıklamaya: Terör örgütünün delili olarak gösterilen
telefon konuşmasını yaptığı M.A.’nın
Metin Akpınar, örgüte yeni
eleman kazandırmasının kanıtı olarak gösterilen konuşmayı gerçekleştirdiği S.B. ‘nin de
Süheyl Batum olduğumu açıklamış mahkemede Tuncay Bey.
Bunlar, doğruysa eğer, savcının iddianamesinde niye yer alıyor bunu sormak gerek. Metin Akpınar, artık geceleri kürdülü hicazkardan gidip gün doğarken saba makamına takılıyor. Süheyl Batum’unsa
beyin tokatladığı yılların üzerinden 15 yıl geçti... Herhalde, burada Metin Akpınar ya da Süheyl Batum’un değil, Tuncay Bey’in onlara söylediklerinden dolayı iddianamede yer almıştır M.A ve S.B.
Belki hala Ege Bank’ın var olduğunu, reklamlarını da Akpınar’ın yaptığını sanıp ondan da reklam istemiştir! Süheyl Batum’u da “beyin tokatlayan” programlarından hayal meyal hatırlayıp, beyin cerrahı falan sanmış olabilir!
Kandil’e barış seferi
DTP Genel Başkanı yanında 5 kişiyle dün
Kuzey Irak’a gitti.
Talabani ve Barzani’yle görüşüp demokratik
açılım konusunda rol almalarını isteyecek, oradan da Kandil’in yolunu tutacakmış.
Ancak heyette yer alan Sebahat
Tuncel, “biz Kandil’e gidersek, bu devletin bilgisi dahilinde olur” demiş. Dahası, belirsiz bir tarihe ertelenen
Kürt Konferansı için de görüşmeler yapacaklarını eklemiş, Sebahat Hanım. Kandil’e devletin bilgisi ve de onayıyla gidebilir; bu devletin düşmanı olan
PKK terör örgütünün başında, bu devletin askerine
silah sıkan tayfayla görüşebilir.
Onlara ne mi diyecek Sayın Türk, ya da Sebahat Hanım?
“PKK’nın silah bırakması Kürt sorununun çözümüyle mümkün olabilir!”
Bu çözüm için gerek kendilerinin gerekse de partilerinin kamu oyuna, madde madde açıkladıkları bir
öneri, bir program var mıdır? Ben bilmiyorum. Hiç bi yerde okumadım... Okuyana da raslamadım. Ayrılık olur” gibi abuk subuk laflardan “bu iş köy adlarını değiştirmekle olmaz”a kadar uzanan bir alay laf salatası uçuşuyor havada. Ha eğer İmralı’nın “yol haritasıysa” DTP’nin Kürt çözümünden anladığı... Onu kimse muhattap almıyor ki! Demokrasi Açılımı, ancak hükümetin hazırladığı ve TBMM’nin onaylayacağı bir paketin yürürlüğe girmesiyle mümkün olabilir, gerisi boş laftır arkadaş! İster Kandil’e çık, ister Uludağ’a tırman kayak yap!
DARBELER BU TOPLUMU HASTA ETTİ
MHP’nin kurucularından
Yıldırım Durak, “Her ihtilalden sonra
verem patlamıştır. Hapishanelerde verem
hastalığı artmıştır.
Bu ihtilaller bizi verem etti!”
İstanbul Veremle
Savaş Derneği Başkanı Zeki Kılıçaslan 12
Eylül döneminde cezaevlerinde
tüberküloz hastalığının arttığını söylüyor. Darbeler Filmini geri sarıyoruz; taaa 1909’a gidiyoruz.
“İçeri dört kişi girdi. Arnavud
Esad Toptani, Laz Arif Hikmet Paşa,
Ermeni Aram Efendi ve
Yahudi Karasu Efendi.
“Başta duran Esad Toptani ‘
Millet seni azletti!” dedi.
Abdülhamid Han metin ve gür bir sesle, “Zannedersem, hal’etti demek istiyorsunuz. Pekala! Buna gösterilen sebep nedir?” Arif Hikmet Paşa
fetva suretini okuyor... Abdülhamid’in suçu şer’i kitapları yırtıp yıkmak! Hal sebebi bu!’
Abdülhamid soruyor: “Hangi kitaplar bunlar?”
Cevap yok!
“Bu kararı hangi makam verdi?”
“Millet Meclisi!”
“Bu Meclisin başkanı kimdir?”
“Ayan Reisi Said Paşa!”
Abdülhamid ister istemez gülümser: “Said Paşa öyle mi? Bakınız... Bu memleketi nasıl buldumsa öyle emanet ediyorum... 33 yıl millet ve devletim için çalıştım. Ne çare ki, düşmanlarım, bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve başarılı oldular!”
Ve işte bu darbeyle de Abdulhamid Han tahttan indirilir. Ve tam dokuz yıl sonra,
Osmanlı İmparatorluğu, bırakın verem olmayı, can verir can!
Ya işte darbeyle gelen ülkeye hiç bir şey katmadığı gibi, ülkeyi alt üst edip toplumu yatağa düşürüyor!