MALÛM, Apo dahil pekçok
Kürt milliyetçisi veya aidiyet talep eden aynı kökenden yurttaşlar, ciddi bir kesim olarak anadillerini bilmiyorlar.
Bu talebi bile
Türkçe dışavuruyorlar.
Ve, yukarıdaki durum bu defa Türk milliyetçilerinin müstehsi tebessümüne yol açıyor.
“Eğer varsa, o öz lisânlarını dahi anlamaktan dahi acizler” diyerek hem
Kürtçeye
burun kıvırıyorlar, hem de bu ne perhiz, bu ne
lahana turşusu demeye getiriyorlar.
Oysa baltayı taşa vuruyorlar ve
Kürt sorununun “öz”ü konusunda yine yanılıyorlar.
¡¡¡
EVET yanılıyorlar, çünkü dün belirttiğim gibi, Kürt sorunu bir Kürtçe sorunu değildir.
Zahiren öne çıkıyor gözükmesine rağmen, bu ikincisi aslında ancak “aksesuvar”dır!
Zira, kabul, “ortak dil” kavmî aidiyet açısından tabii ki çok önemli faktör oluşturur.
Oysa, iş o kavmiyetin üst merhalesine sıçradığında; yani etno-uluslaşma ya da sosyal uluslaşma bilincinin oluşma sürecine girildiğinde, durum çabucak değişir. Veya değişebilir.
Yani, çeşitli nedenlerden dolayı eğer gramer birliği, sözcük haznesi ve lehçe öncülüğü gibi unsurlarla
modernleştirilmiş o “ortak dil” henüz ortada yoksa, lisan geri plana düşer.
Daha doğrusu, biraz istim arkadan gelsin hesabı, ileriye yönelik bir “talepkarlık dürtüsü” olarak “manevi” değerini korur. Bir “seferi uyarıcılık” işleviyle donanır.
Fakaaat, söz konusu taleplerin “maddeten” ifade edilmesi yönteminde; başka bir deyişle yazıda, konuşmada, nutukta, propagandada, vs.’de “
mağdur taraf” (!) ihtiyaçtan dolayı sonsuz pragmatik davranır ve “mağrur taraf”ın (!) lisanını kullanır.
Ve işte, milliyetçi veya aidiyet talepkârı Kürt yurtlaşların Türkçe merâm anlatıyor olması da bundan başka bir şey değildir ki, zaten modern tarih sayısız örnekleriyle doludur.
¡¡¡
ÖYLEDİR ve hadi Gandi’den Nehru’ya, onlardan da Ali Cinnah’a, Hint ve Pakistan‘ın
İngilizce ekseninde ve sa-ye-sin-de uluslaşmış; yahut Fransızca’nın aynı rolü Cezayir’de, Kongo’da hâttâ Laos’ta oynamış olması gibi klasik “kolonyal emsâller”i bir
kalem geçelim.
Peki de, tek kelime Kelt lisanı bilmeyen Valera’nın yine İngilizce vasıtasıyla
İrlanda milliyetçiliğine öncülük yapmasına; veya daha yeni yeni ve yapay biçimde modern kılınmaya çalışılan Katalancadan çok önce, aynı Katalan milliyetçilerinin İspanya’daki vehiküler dil Kastilyanca aracılığıyla etno-uluslaşmasına ne demeli? Bu tür örnekler saymakla bitmez.
Hatta bilhassa şunu da vurgulamak ve “Kürtçe sorunu”na (!) eklemek gerekiyor:
¡¡¡
“ÖTEKİ”nin dilinin bilincine varmak, hele hele o dilin dayatmasının bilincine varmak diğer bir bilinci, yani eksik-aksak bile olsa “ben”im kendi dilimin olduğu bilincini yaratır.
Kaldı ki, söz konusu “kendi dil”ini bilmek veya bilmemek illâ
tayin edici değildir.
Sonsuz çetrefil ve derin ruhi uzantıları olan aidiyet dürtüsünde kesinlik arzetmez.
Yine örneğin, 1983 Ağustos’unda olayı bizzat yaşadım,
Lizbon sefaretimizi basan ASALA tedhişçileri Lübnan’a yerleşmiş üçüncü kuşaktan olmalarına rağmen kendi aralarında anadil olarak Ermeniceyi veya Arapçayı değil,
Adana lehçesiyle Türkçeyi kullanıyorlardı!
O halde, bütün bunlar göz önüne alındığı takdirde şu saptamaları yapmamız gerekiyor.
¡¡¡
BİR; “Kürtçe sorunu”(!) tabii ki kimlik aidiyetinin inkârından kaynaklanan temel Kürt sorunu bünyesinde zahiri bir görüntüdür. Ancak buzdağının su sathındaki yüzüdür.
İki; o esas sorun çözümlenebildiği takdirde “Mem-u Zin” lisânı da zaten otomatik olarak sıradanlaşacağından, Kürtçe’nin ne yöne kavis çizeceğini ancak zaman belirleyecektir.
Ve üç; kâhin değiliz, Kürtçe belki yukarıdaki Katalanca gibi iradi müdahaleyle kısmen modern bir dile dönüşecektir ama, belki de aksine, yasağın cazibesini yitireceğinden ve o modern lengüstik kavramsallığı edinemeyeceğinden, mevcut etno-folklorik sınırda kalacaktır.