Şemdinli’de barışa duyulan hasret...


Şemdinli Çarşısı’nda yürüyoruz. Herkes aynı şeyi, barışa duydukları hasreti dile getiriyor. Ve ortak bir dilek ağızlardan dökülüyor: Daha fazla kan dökülmesin... ŞEMDİNLİ Van’dan sabah vakti Şemdinli’ye doğru yola koyulduk. Şehrin çıkışında, Hakkâri kavşağında kısa adı KTM olan Kabul Toplama Merkezi. Bölgedeki birliklerine sevk edilecek askerler için güvenlikli konvoylar oluşturuluyor. Sapsarı ağaçsız tepeler... Tekdüze, biraz sıkıcı. İnsan kendi içine dönüyor. Düşün Allah düşün! Dağların arkasındaki çıplak sarılığın orta yerinde birdenbire yemyeşil bir ova, Gülpınar orası. 1915 öncesi Gülpınar ovasının köylerinde bütünüyle Ermeniler yaşarmış, sonra yitip gitmek zorunda kalmışlar kendi topraklarından, kendi evlerinden barklarından... Hoşap Kalesi! Yalçın kayalıklar üstünde bir ortaçağ şatosu tüm haşmetiyle dikiliyor önümüzde. Sanki bir peri masalı! 1643’de inşa edilmiş bir Kürt miri (beyi) tarafından. Kalenin dibindeki jandarma karakolunun üstünde, “Vatan bir bütündür, parçalanamaz!” yazısı... ‘Sert abilerin yeri’ Dağların arasından geçiyoruz. Rakım 2700 metre. Önce Aynur’un sesi patlıyor. Botan, Cizre yöresinden Kürtçe bir türkü, ‘İncir Ağacısın!’ Ama öyle böyle bir türkü değil, insanın içi kabarıyor, canhıraş zılgıtlarla ayaklanıyor. Arkasından da Ahmet Kaya, insanın içine işleyen yanık sesiyle. ‘Şafak Türküsü’nü söylüyor, bir idam mahkûmunun son saatlerini anlatan. Uzun yolda içime dönüyorum. Yazık değil mi, bu Kürtçe seslerin bunca yıl yasaklanmış olması?.. Demokrasi tarihimizin rezil sayfaları arasına katılmadı mı Ahmet Kaya’lara reva görülen baskılar?.. Devletin bu hoyratlıklarından kültürel zenginliğimiz kaybetmedi mi?.. Başkale’ye iniyoruz. Bir gün önce mayına basan iki askerin şehit oldukları ilçeyi geçtikten sonraki kavşakta bir yol Hakkâri-Çukurca-Şırnak’a gidiyor. Biz Yüksekova, İran yazan tarafa sapıyoruz. Jandarma kontrol noktası... Zırhlı araçlar... Kum torbaları, dikenli teller ve silahlı askerin etrafı gözlediği kuleler... Zap Suyu’nun bir kolu cılız akıyor. Kat kat sıra dağlar, günün değişen ışıklarında harikulade bir manzara oluşturuyor. Sağ tarafımız Kuzey Irak. Sol taraf İran’a açılıyor. PKK’nın en güçlü olduğu yerlerden biri olan ve buralı bir dostun “Sert abilerin yeri” diye nitelediği Yüksekova’nın içinden geçiyoruz. Otelin adı ilginç, Oslo Oteli... Son yerel seçimlerde DTP’ye sandıktan yüzde 88 oy çıkmış Yüksekova’da. Haruna Geçidi, rakım 2110. Muhteşem sıfatına layık bir manzara daha açılıyor gözlerimizin önünde. Şapatan Geçidi, rakım 1910. Yine büyüleyici bir coğrafya. Kuş bakışı aşağımızda, dağların arasına sıkışmış yemyeşil, ağaçlıklı bir vadinin içinde Şemdinli’yi görüyoruz. DTP’li belediyede sohbet hiç vakit kaybetmeksizin her durağımızda olduğu gibi ‘Kürt açılımı’nda düğümleniyor. Önce silahlar susmalı Barış konusunda kabaran umut dalgası her yerde olduğu gibi Şemdinli’de de varlığını belli ediyor. Belediye Başkanı’nı makam odasında beklerken her kafadan bir ses çıkıyor. Genellikle aynı tepkiler: “Evet umut besliyoruz, ama soru işaretleri de var.” “Operasyonlar durmalı!” “Operasyon olmazsa, çatışma da olmaz.” “Af çıkmalı, herkes kucaklaşmalı.” “Geçmiş unutulmalı!” “Buralar, Şemdinli’nin içi sessiz ama sınır boyları öyle değil.” “İmralı’yla konuşulsun.” “Barış, İmralı’yla konuşmaktan geçer, başka çare yok.” Başkan’ın odası yapma çiçeklerle dolu. Hepsinde üç renk öne çıkıyor: Sarı, kırmızı, yeşil... Belediye Başkanı 26 yaşında bir avukat, Sedat Töre. Doğma büyüme Şemdinlili. Kuzey Kıbrıs’ta hukuk okumuş. Son seçimde yüzde 59 oyla kazanmış belediye başkanlığını. AKP’nin oyu yüzde 35’te kalmış ama buraları için yüksek bir oy oranı... DTP’li Başkan diyor ki: “Önce silahların susması lazım. Önce bir sükunet ortamı şart. Ve operasyonların durması tabii. Askeri operasyonlar maalesef devam ediyor.” Şemdinli çarşısında bir gün Uzaktan savaş uçaklarının sesi kulağımıza çalınıyor. Başkan, “Şemdinli semalarından geçen uçaklar Hakurk’a doğru uçar. Kandil’e gidenler ise Çukurca üzerinden...” Şemdinli, 15 Ağustos 1984’te PKK’nın Eruh’la birlikte devlete ilk silahı attığı yer. Eruh’taki baskından iki saat sonra PKK’lılar üç saatlik bir baskın yapıyor Şemdinli’ye. Çarşıda propaganda konuşmaları ve dağıtılan bildirilerden sonra marş söyleyerek dağa doğru kayboluyorlar. Çarşıda yürüyoruz esnafla sohbet ederek. Umut Kitabevi yolumuzun üstünde. Sefer Yılmaz, 2005 yılı kasım ayında yaşanan ‘Şemdinli olayı’ndan sonra kitabevini küçük bir müzeye dönüştürmüş. Yerdeki bomba izleri, tavandaki şarapnel izleri ve Sefer Yılmaz’ın devam eden davası, bu ülkenin demokrasi ve hukuk yolculuğunun ne kadar zorlu geçeceğini gelecek kuşaklara anlatacak... Şemdinli çarşısında perşembe günü iftar saatine doğru Cengiz Çandar’la etrafımıza biriken herkes aynı şeyi, barışa duydukları hasreti dile getiriyorlar. Ve ortak bir dilek ağızlardan dökülüyor: Daha fazla kan dökülmesin! Yarın Van’dan son yazı, bir değerlendirme...
<< Önceki Haber Şemdinli’de barışa duyulan hasret... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER