Sabah serinliğinde Mardin’den yola çıktık. Midyat’ın, Hasankeyif’in tarihi güzelliklerinin içinden geçerek
Batman üstünden
Eruh’a doğru gidiyoruz.
Aram Tigran‘nın hüzünlü sesiyle başka dünyalara dalıyorum.
Geçmiş acılardan söz eden eşine, “Acıları unut, unutmazsak kardeşlik mümkün olmaz” diyen, bu nedenle
Ermeni milliyetçileri tarafından çokça eleştirilen Aram Tigran bu yakınlarda öldü. Diyarbakır’da gömülmek istedi ama ne yazık ki
bürokrasi engelini aşamadı.
Bejan Matur şöyle der:
“Aram Tigran bir Ermeni olarak doğdu.
Kürtçenin en güzel aşk
şarkılarını seslendirdi. Cümbüşü, uduyla, hançerenin o çokça kullanıldığı
Ortadoğu coğrafyasında sükunetle şarkı söylemenin mümkün olduğunu gösterdi. Ben çocukken, annem Aram Tigran’ın kaçak kasetlerini dinlerdi. Annemin onda bulduğu şeyin tatlılıkla dile gelen bir sevda ve sükunet olduğunu sonradan fark ettim. İyileştirici bir etkisi vardı müziğinin.
Erivan radyosunun kaçak istasyonundan Aram’ın müziği çalındığında her yer iyilikle dolardı.”
Artık bu topraklarda da
yasak değil Aram Tigran’ı dinlemek. Minibüsümüzün sürücüsü
Erkan da seviyor onu. Erkan’ın üç kız kardeşi var.
Biri dağda ölmüş...
Biri hâlâ dağda...
Biri de hapiste...
Erkan’la birlikte dinliyoruz, “Acıları unutmazsak, kardeşlik mümkün olmaz” diye bu acılı topraklara uzaklardan seslenen Aram Tigran’ı... Eruh’a yaklaştıkça dağlar büyümeye, dikleşmeye başlıyor.
Önümüzde Çirav Dağı.
Bir gün önce bu dağın eteklerinden geldi, barış umuduna
darbe vuran ve içimizi acıtan şehit haberleri,
ölüm haberleri...
Yıllardır dikkatimi çeker.
Ve aynı şeyi düşünürüm.
Eruh’a yaklaşırken de öyle oldu. Uzakta, dağın tepesindeydi askeri birliğin karargahı.
Kartal yuvasını andırıyor. Anlaşılan, etrafı kuş bakışı
kontrol edebilen güvenlikli bir yer olarak seçilmiş.
Sanki bir ortaçağ şatosu...
Yol boyu da öyleydi.
Asker her yerde kum torbalarının, dikenli tellerin arkasına çekilmiş, elde
silah kontrol kulübelerinden kuşkulu, tedirgin gözlerle dışarıya bakıyordu.
Bu tecrit edilmişlik haliyle, asker il
e devlet Kürtlerle arasına gitgide yükselen bir
duvar ördü.
Bu duvar, Kürtleri
Ankara siyasetine, devlete yabancılaştırdı.
Bu duvar, Kürt sorununu derinleştirdi.
Bu duvar, Kürtler içinde
PKK’nın kök salmasına yol açtı.
Şimdi bu ‘duvar’ yıkılmadan Kürt sorununun çözüm rayına oturması ya da ‘barış açılımı’nın başarıya ulaşması, lütfen bir kenara not edin, imkansızdır.
Eruh meydanı sakin.
Saat kulesinin üstüne, ‘
Vatan bütündür, bölünmez!” yazmış devlet...
Çeyrek yüzyıl önce, 1984’ün sıcak bir
Ağustos günü, devlete karşı PKK ilk silahı bu meydanda patlatmıştı.
Cami minaresinden
bildiri okumuş,
jandarma karakoluna saldırmış, bir süre ele geçirmiş, meydana pankartlar asmıştı.
Öğle vakti etraf çok sakin ve tenha. Sanki bir kovboy kasabasına geldik. Minibüsten inince bir süre ‘Bunlar da kim?’ diye bizi izleyen meraklı gözler... Sonra çevremizin kalabalıklaşmaya başlaması...
Sorular
sürpriz değildi.
Herkes, Eruh’un sırtını dayadığı Çirav Dağı kırsalında bir gün önceki askeri
operasyon ‘barış açılımı’nı nasıl etkiler, öğrenmek istiyordu.
Eruh’ta geçen yerel seçimleri ilk kez DTP almış. DTP’nin oyu 2010, AKP’ninki 940. Yıllar yılı Ankara’da yaşamış olan 43 yaşındaki DTP’li Belediye Başkanı Mehmet
Melih Oktay‘la makamında uzun uzun dağdan gelen son ölüm haberleriyle ‘Kürt açılımı’nı konuştuk. Askeri operasyon burada da kaygı yaratmıştı.
Sonra dışarı çıktık.
Çevremizi saranlarla sohbet ettik. Biri, PKK’nın bakışını özetlerken aynen şunları söyledi:
“Benim kardeşim dağda, benim amca oğlum dağda... Şimdi hâlâ diyor ki devlet, ‘Biz o dağdakileri öldüreceğiz, bu arada size köy isimlerinizi geri vereceğiz, falan filan...’ diyor. Beş bin kişi dağdaysa, onlar ne diye çıktılar dağa?.. Biz de bıktık artık kan dökülmesinden... Ama iyileştirmeler olmadan, dağ kadroları için,
İmralı için iyileştirmeler olmadan, ne diye inecek ki onlar dağdan... Kan dökülmesin, bir şeyler yapılsın ama... Tamam, anlıyoruz, hepsi aynı anda olmaz. Bazı adımlar atılsın,
ateşkes süreci uzasın, ama bu arada bazı adımlar atılmaya, bazı iyileştirmeler yapılmaya başlasın.”
Bir başkası söze giriyor:
“Bakın, biz dağdakileri yalnız bırakamayız. Bizim için devlet bir şeyler yapmışsa, bu onların mücadelesi sayesinde olmuştur. Şimdi bize bir iyileştirme gelecek diye, dağdaki kadroları bırakamayız, yani onları satamayız. Dağdakilerin otuz yıllık mücadelesi olmasaydı, buralara gelemezdik. Burada bizler ter akıttık, ama onlar kan akıttı. Canını ortaya koydu. Bu yüzden dağdakileri, İmralı‘yı bırakamayız.”
Biri de ekliyor:
“Bakın, PKK öyle yalnızca kan dökmeye meraklı bir
örgüt değildir, hayır öyle değildir. PKK’nın istekleri var, eşitlikle, demokrasiyle ilgili talepleri...”
Yarınki yazı, Hakkari’nin Şemdinli’sinden...