Birinci AKP hükümeti, kurulduğu günden başlayarak “demokratlık” tartışmasının odağında oldu. Partinin siyasi
İslam kökeninde demokratlık olmadığını savunanlar AKP’ye hep kuşku ile baktı. Buna karşılık
Avrupa Birliği ile ilişkiler dolayısıyla birçok önemli reformun AKP hükümetleri tarafından yapılmış olması da liberal-demokrat kesim açısından inandırıcı oldu.
Cumhurbaşkanı seçiminde, “meşru” ve “etik” olmayan dış müdahaleler,
darbe söylentileri ve bunun ardından gelen
Ergenekon sürecinde liberal-demokratlar hep AKP’ye
destek oldu.
Ama hem AB yolundaki duraksaması hem demokratik reformları unutması aynı kesimin AKP’ye yönelik eleştirilerinin de kaynağıydı.
Bu eleştirilerin tekrar desteğe dönüşmesi, Cumhurbaşkanı Gül’ün ilk işaretiyle
Başbakan Erdoğan’ın “
Kürt açılımı” ya da “demokratik açılım”ı başlatmasıyla gerçekleşti.
Eski soru ise yine gündemde kaldı: AKP bu
açılımı, siyasi olarak tıkanmasına bir çıkış yolu olacak siyasi bir taktik olarak mı gündeme getirdi yoksa gerçek bir demokratik reform sürecini başlatma iradesine sahip mi?
Bu sorunun cevabını şu anda vermek mümkün değil; ama bir yandan da böyle bir açılım, adının anılması bile gerçek tartışmalara yol açtığı için olumlu görülebilir.
***
“Demokratik siyasi irade” meselesine gelince, AKP’nin ve erkânının bayağı bir eğitim ve bilinç eksiği olduğu ortadadır.
Bir alanda demokrat, başka bir alanda değil... AKP’nin şu andaki manzarası böyle. Yarım demokratlık olmayacağına göre, toplumda
demokrasiyi savunan bir kişinin evde kendisine
itiraz eden çocuğunu dövmesinin bütün laflarını sıfırlaması gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık.
301’inci madde kalacak, YÖK kalacak, sendikal haklar,
işçi ve memur hakları askeri rejimin bıraktığı düzeyde kalacak, basına karşı en büyük tahammülsüzlük örnekleri gösterilecek,
iktidar imkânlarıyla
ekonomik baskı yapılacak... Ama bütün bunları yapanlar Kürt meselesinde “demokrat” olacak, Türk toplumuna “demokratik açılım” önderliği yapacak!..
Bu, ne yazık ki bize özgü ve tipik bir alaturka çelişki örneğidir. Kendisini liberal-demokrat olarak niteleyenler de bu çelişkiyi görmek zorundadır.
Bu çelişkiyle yaşayanlar gibi bu çelişkiyi görmeyenler de kendilerini “etik” olarak sorgulamak durumundadır.
Türkiye’yi “yarım demokrasi” ile yetinmeye mahkûm görmek de demokrasinin temel ilkelerine
ihanet anlamına gelir.