Nitekim öğle ertesinde “yağmur yağdığı” için canını kaybedenler yüksele yüksele 21’e ulaşmıştı.
Suçlu hep aynıydı:
Eylül ayı ortalaması 45 kilogramken, bir saatte 90 kilograma ulaşan aşırı yağışın düştüğü...
Ve oldum bittim çözülemeyen Ayamama, Tavukçu ve Papaz derelerinin taşmasıydı.
Dünkü felaket ister istemez önce
Marmara Depremini, ardından
San Francisco’yu hatırlattı.
17
Ağustos 1999, saat 03.02’de merkezi
Kocaeli-
Gölcük olan, Richter 7,4 şiddetinde büyük bir depreme resmi rakamlara göre on yedi, yaygın genel inanışa göre ise kırk bin kişiyi teslim etmiştik. Hâlbuki aynı ya da daha yüksek şiddetteki bir deprem San Francisco’da neredeyse kimsenin burnunu bile kanatamadan atlayıp geçiyordu.
Çünkü 18
Nisan 1906’da meydana gelen ve üç bin kişinin
ölümüne neden olan 7,8 büyüklüğündeki deprem ertesinde ABD’nin San Francisco şehri tüm önlemleri alarak gerekeni yapmıştı.
Türkiye’nin abartılı öğünmelerinin yaldızını maalesef
doğal afetler büyük acılarla kazıyıveriyor.
Kendi kendimize yaptığımız hormonlu esip gürlemeler ve aşırı propagandalar altındaki gerçek ürkütücü
iskelet bir anda görünüveriyor. Türkiye büyük ama şiddetli yağmur yağmaz ise... Türkiye büyük ama deprem olmaz ise...
***
Bir yıl önce yapılan bentleri kum havuzu gibi yerle bir ederek insanlarımızı öldüren Karadeniz’deki su felaketine pek kimse aldırmadı.
Bentleri kimin yaptığını, idari ve adli soruşturmadan filan haberdar olamadan. Bu kez Azrail burnumuzun dibine geldi.
Sabah Gazetesi’nde çalışırken de mağduru olduğumuz
Ayamama Deresi gene başroldeydi. Aşırı yağışa rağmen İstanbul’un dereleri
teker teker yok edilip, yatakları daraltılmasaydı, eminimim ki bu aşırı yağışa rağmen felaketin boyutları bu düzeyde olmayacaktı.
***
Tabii ki mesele sadece Ayamama değil...
Ulaştırma bakanı Binali
Yıldırım olup biteni çok açık yüreklilikle anlatıyor:
“Vatandaş bir
araziyi gözüne kestiriyor, parselliyor, oralara binalar konuluyor. Ondan sonra bunun kanalizasyon sorunu,
atık su gideri sorunu, elektrik, gaz bağlantısını düşünmeye başlıyoruz. Başka ülkelerde ise arazi geliştirme yapılıyor. Önce yer belirleniyor, parselizasyonu yapılıyor ortak kanallar yapılıyor. Bir de proje standardı veriyorlar, binanın dış rengi bile baştan belli. Bu planlama olmadığı zaman bunlar kaçınılmazdır.
Ayamama Deresi bir sonuçtur. İstediğiniz kadar
tedbir alın dereyi 5 kat büyütüp, 2 kat derinleştirin diğer kısımlarda yeterli alt yapınız yoksa zaten su oradan yol bulup oraya iniyor. Oraya inince orası yetersiz kalmaya başlıyor.
Sorun İstanbul’un sahilden kuzeye doğru ve doğudan batıya doğru yapılaşmasındaki standart dışı uygulamalar.”
Toplumsal yapı ve zihniyeti bu tespit gayet iyi anlatıyor.
Tabii insanların öldüğü, bölgenin alt üst olduğu ve cehenneme döndüğü yerlerde hayâsızca “yağma” yapanlar da...
Bunlar, Türkiye’yi özeleştiri yaparak olması gereken yere yükseltmeyi amaçlayanlara, salçalı
ucuz hamasetle niteliksiz eleştiriler yapanları acaba utandırır mı, palavracı ve riyakâr bir avcı konumundan uzaklaşır, objektif ve sağduyulu bir fotoğraf çeker hale getirir mi?
***
Getirse... Ardı ardına şehit düşen askerlerimiz de ölmeyecek... Önceki gece “
operasyon başlatan” taraf olduğumuz halde altı askerimizin...
Ve dün patlayan
mayın nedeniyle yitirdiğimiz bir erimizin şehit düşmesi de İkitelli’de onca can alan su felaketi karşısındaki duruşumuzdan çok farklı gelmiyor. Her türlü eksiklik ve zafiyet, anında ölüm olarak geri dönmekte...
***
Attığımız palavrayı... Kendi kendimize yaptığımız propagandayı... Abartılı öğünmeyi bir yana bıraksak da...
Özeleştiri bombardımanı altında, aşırı bir yağmurda neden böylesine korkunç bir cehenneme dönüştüğümüzü, baskına giden askerlerimizin de neden bu kadar büyük zayiat verdiğini daha açık yürekle konuşsak.
Bunu yapabilsek, eminim ki çok kısa sürede deprem karşısında
kaya gibi duran San Francisco gibi olacağız...
Üstelik formül belli ve basit:
Aşırı öğünme ve hamaset yerine, çarpık yapılaşmadan vicdansız yağmalamaya karşı azıcık özeleştiri...