Yargıtay Başkanı Hasan
Gerçeker, her ne kadar okumasa da kayda geçti. Dedi ki, “Yandaş yargı yaratılmasın.”
Böyle bir kaygıya gerek yok, zaten var. Ama kime
yandaş? Bugün
Ergenekon’un,
CHP’nin ve Ulusalcıların yargıdaki istilasını kim inkar edebilir? Ergenekon sıralarında ve
sanık telefonlarında dilden düşmeyen CHP
Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün yüksek yargıdaki gücünü nereden aldığını düşünüyorsunuz?
Ergenekon sanığı Engin Aydın’ın örümcek ağı gibi sarmış yargıdaki kollarını,
HSYK Üyesi Ali
Suat Ertosun ve
Sincan Hakimi Osman Kaçmaz’ın şanlı direnişini nasıl izah etmek gerekir? Ya
YARSAV Başkanına ne demeli? Nerede Ergenekon baskını, o orada...
Onun için yargıda reforma ihtiyaç var. Yandaş olmasın,
muhalif de olmasın. Yargı, muhalefet partisi gibi hareket etmez.
Ayrıca, “yargı bağımsızlığı safsatasını” artık herkes bıraksın. Yargı bağımsız olmaz, tarafsız olur, erkler ayrılığı, otonom olarak
tarif edilemez. Anayasanın 138. maddesi çok açıktır, “Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar” der.
Yani, karar verirken, hiç kimse müdahale edemez. Tercüme edersek; Engin Aydın ve
Şahin Mengü ile herhangi bir siyasi arasında hiç fark yoktur. Kim müdahale ederse, Anayasal suç işler.
Siz istediğiniz hakime telefon açıp sözüm ona
arkadaş hatırına karar çıkarttıracaksınız, postal sesiyle hakim ve savcıları kıyacaksınız,
parmak işaretiyle
Genelkurmay Karargahı’na koşup talimat alacaksınız, sonra
Adalet Bakanı ve
Müsteşarının HSYK’da olmasını içinize sindiremeyeceksiniz.
Gerçeker diyor ki; “Demokrasi bilincimiz
Avrupa düzeyinde değil.” Bir lafı daha var; “
Parlamentoda liderler sözsahibi, üyeler bu parlamentodan seçilirse siyasallaşır.”
Hem halka hem onun temsilcilerine ağır
hakaret...
Yakından tanıyanlar bilir; Gerçeker, aslında makul biridir,
militan değildir, diyalogdan yanadır.
Adli yıl açılış konuşması ise şahsında temeyyüz etmiş fikri olgunlukla terstir.
Bir nevi,
seçim konuşması gibi...
Siyasiler de seçim meydanında ucu açık konuşurlar, nabza göre
şerbet verirler ya, aynen öyle...
Temmuz ayında HSYK üyelerinin şanlı direnişinin bir ayağında yatan gerçek de seçim kaygısını barındırır.
Hadise şudur;
Yargıtay üyelerini HSYK belirler, HSYK üyelerini de (3 üye) Yargıtay belirler. Aynı durum
Danıştay için geçerlidir. Danıştay üyelerini HSYK seçer, HSYK üyelerini (2 üye) Danıştay seçer.
Neden başka metotlara itibar etsinler? Al gülüm ver gülüm...
Zaten yakında Yargıtay’a 25 üye, Danıştay’a 3 üye seçilecek. HSYK’nın
iş yükü, hayli fazla.
Engin Aydın’ın kulakları çınlasın.
Genelkurmay’a koşarken ne yapıyordunuz?
Yargıtay ve Danıştay’ın neden HSYK’ya dokundurtmak istemediğini gördük. Gülüm düzeninin bozulmasını istemiyorlar.
Tamam, Adalet Bakanı ve Müsteşarı HSYK’da olmasın, HSYK’ya parlamento üye göndermesin. Şu soruya
cevap verin; hakimi, hakimden kim koruyacak? Son HSYK toplantısını hatırlayın. Hakim ve savcıların hukukunu siyasiler savunurken, hakim kökenli üyeler, bıraksalar meslektaşlarını doğrayacaktı.
Böyle bir garabet, herhalde bize mahsus olsa gerek.
Ortada “bilinçsizlik hali” varsa, kaynağı
toplum veya parlamento mu, yoksa bizatihi yargının kendisi mi? Soruna iyi niyetle yaklaşıyorsak, evrensel hukuk normlarının
egemen olduğu yargı bilinci oluşuncaya kadar,
bakan ve müsteşara katlanın.
Bakın, Fransa’da kurul başkanı Cumhurbaşkanı, yanında Adalet Bakanı da var.
Kurulun 12 üyesini, meslektaşları seçiyor. Bir de Danıştay üyesini ekleyin. Cumhurbaşkanı, Senato Başkanı ve
Meclis Başkanının atadığı 3 üye ile birlikte kurulun üye sayısı 18’e çıkıyor.
İtalya’da kurul başkanlığı görevini Devlet Başkanı yürütüyor. Başkanla birlikte 27 üyelik kurula, meslektaşlarının oylarıyla seçilen 16 hakim- savcı, meclisin seçtiği 8 üye ile
Yargıtay Başkanı ve
Başsavcı katılıyor.
İspanya’da kurul başkanı, Yargıtay Başkanı. Ancak, kalan 20 üyenin (12’si hakim, 8’i
avukat) tamamı kongre ve
senato tarafından belirleniyor, atamayı
kral yapıyor.
Ayrıca, Avrupa’da oluşmuş çok önemli içtihatlar var. Avrupa Hakimleri Danışma Konseyi 10/2007 sayılı Toplumun Hizmetinde Yargı Konseyi Görüşü: “Yargı kurulları, hâkimlerin görevlerini yürütme ve yasama erklerinden bağımsız ve kontrollerine tabi olmadan ve aynı ölçüde, yargı içinde gelecek yersiz baskılara maruz kalmadan görev yapmasına imkan tanımak için yargıyı bağımsız şekilde yönetmelidir.”
Bundan güzel tarif olur mu? Kısacası, erkler ayrılığı tamam, yargı içinden gelecek yersiz baskılara karşı da
tedbir alın diyor.
İşte, 2007 tarihli
Venedik Komisyonu Adli Atamalar Raporu’ndan bir satır: “Yargının kendi içine kapanık bir görüntü vermesinin negatif etkilerini kaldırmak adına; bir yanda yargı bağımsızlığı ve kendi mensuplarınca idare edilme ile diğer yanda yargının
hesap verebilirliği arasında bir denge kurulmalıdır.”
Yargıçların Statüsü Hakkında Avrupa Şartı’na bakalım: “Hakimlerin seçimi, atanması, tayini,
kariyer ilerlemesi ve meslekten ayrılması kararını alacak organın (kurul) üyelerinin en az yarısı bizzat kendi meslektaşları tarafından ve en geniş temsili garanti eden bir usulle seçilmiş hâkimlerden oluşması öngörülmektedir.”
İyi güzel de biz Avrupalılar kadar bilinçli değiliz, Meclis’te de lider hegomonyası var, olmaz...
Çevik Bir talimatıyla Genelkurmay Karargahı’na koşarken aklınız nerdeydi? Teğmen komutuyla hizaya girenlerin topluma ve meclise laf söylemeye hakkı var mı?
Lafım meclisten dışarı; önce beyninizdeki statükonun klipslerini sökün, atın, özgürleşin. Göreceksiniz o zaman, Adalet Bakanı da Müsteşar da hikaye gelir size...