87. yılını kutladığımız 30
Ağustos Zafer Bayramı'na giden yolun en kritik dönemeci... 23 Ağustos-12
Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan
Sakarya Savaşı'dır. Çünkü
Türkiye, 1699 Karlofça Antlaşması’ndan beri ilk defa
toprak kazanmakla kalmamış,
savunma durumundan taarruz durumuna geçmeyi de başarmıştır.
Zaten bu nedenle,
30 Ağustos sembolik olarak
ülke topraklarının geri alındığı günü temsil eder.
Ayrıca...
30 Ağustos,
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından
Kurtuluş Savaşı’na, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden yolun belki de en önemli durağıdır.
Osmanlı’nın parçalanmasından Cumhuriyet’in kuruluşuna,
Paris Barış Konferansı’ndan
Lozan Antlaşması’na dünyanın patronu
İngiltere’ydi...
Dün yeniden, özellikle de 30 Ağustos ve sonrasında İngiltere’nin oynadığı role bir kez daha baktım. İdris Küçükömer’in, David Fromkin’in, Ömer Kürkçüoğlu’nun kitaplarından iz sürdüm.
***
Bizim
Kurtuluş Savaşı süresince İngiltere liberal-muhafazakâr partilerin oluşturduğu bir
koalisyon hükümetiyle yönetildi... Koalisyonun
Başbakanı aynı zamanda Liberal Parti Başkanı olan David Lloyd George’du.
Lloyd George Türkiye’ye karşı son derece sert ve tavizsiz bir
politika izledi. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekledi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına neden olan olayların içinde yer aldı.
Dışişleri bakanı Lord Curzon ve Savaş Bakanı Winston Churchill gibi Muhafazakâr Parti ileri gelenleri ve koalisyon hükümeti üyeleri ise tam ters görüşteydiler.
Liberal Başbakan Lloyd George
Yunanlıları desteklerken, muhafazakâr Lord Curzon ile askeri çevreler Kemalistlerden yanaydı.
***
Nitekim...
İngiltere, 26 Ağustos 1922’de başlayan üyük Taarruz’dan çok önce, 14
Nisan 1921’de, Türk-Savaşı’nda kesin tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi.
Bunu
İngiliz Parlamento tutanaklarında da görüyoruz.
Örneğin, 13 Nisan 1921’de Kamarası’nda Sir C. , İngiltere’nin Türk
Milliyetçi Kuvvetleri’yle savaş halinde olup olmadığını Başbakan’a sormuş...
Hükümet adına
cevap veren Mr. Harmsworth, bir barış antlaşması onaylanıncaya kadar
teknik yönden ortada savaş halinin bulunduğunu fakat mevcut Türk-Yunan çatışması karşısında İngiliz tutumunun tarafsızlık olduğunu söylemiştir.
Keza...
Lordlar Kamarası’nın 2
1 Nisan 1921 tarihli oturumunda, Lord Lamington
Londra Konferansı’nın hemen ardından Yunanlıların Türklere karşı saldırıya geçmesini, Müslümanların “İngiltere’nin teşvikiyle yapıldığı” biçiminde yorumlamalarına hükümetin ne dediğini sorar...
Dışişleri Bakanı adına cevap veren Earl of Crawford Müttefiklerin “sıkı tarafsızlık” uyguladıklarını vurgular.
İngiltere ne Yunanlılara, ne de Türklere
silah vermektedir.
İstanbul’daki Müttefik askeri makamları da, Anadolu’da denetimleri altındaki demiryollarından yararlanılmasını durdurmuştur.
General Harington,
İzmit Yarımadası’ndaki Yunan Tümeni üzerindeki kumanda yetkisini bırakmıştır... Yunan kuvvetleri nezdindeki İngiliz irtibat subaylarına da artık tavsiyelerde bulunmamaları ve hiç bir biçimde müdahale etmemeleri yolunda talimat verilmiştir.
Kısacası...
Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz, düvel-i muazzama karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır.
***
Dönemin en güçlü İmparatorluğu İngiltere’nin bu tarafsızlığına karşı...
Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye de, İngiltere’nin en çok ilgilendiği iki konudan biri olan
Boğazlar konusunda, İngiltere’nin tezine çok yakın bir görüşü benimsemiş...
Musul konusunda da İngiltere’yle bir kopmaya gitmeyerek, 1926 yılında İngiltere’den yana bir çözümü kabul etmiştir.
Bir bakıma, bugün çok hassasiyetle üzerinde durulan Musul-
Kerkük meselesinin kökenleri, 87. yıldönümünü kutladığımız 30 Ağustos’a kadar gitmektedir.
***
Resmi tarihin bize anlatmadığı ya da çarpıtarak aktardığı o kadar çok konu var ki...
Bugün kutlanan Büyük Taarruzu da, o dönemin dünya patronu İngiltere’nin rolünü incelemeden derinlemesine anlamanın imkânı yok.
Bu Zafer Bayramı münasebetiyle ben size İngiltere’nin rolünü ciddi ve bilimsel şekilde araştıranların çalışmalarından bir
özet aktardım.
Ne var ki bu araştırma sonuçları bize resmi olarak söylenenlere pek benzemiyor.