Başbakan Erdoğan, “Ulusa Sesleniş” konuşmasında “Biz Türkiye’nin tamamı değiliz” diyerek “herkese” yaptığı
çağrı anlamlıydı:
AKP lideri, “
Kürt açılımı ve
demokratikleşme” adıyla bir çalışma başlattıklarını açıkladığı günlerde bu çağrıyı Meclis’teki muhalefet liderlerini ziyaret ederek doğrudan kendisi yapsa, süreç çok farklı gelişebilirdi. Erdoğan bir ay sonra, “Biz kimseye bir çerçeve dayatmıyoruz” demek zorunda kalmazdı. MHP lideri Bahçeli ve
CHP lideri
Baykal ile kamuoyu önünde girdiği tartışmalar ağır bir üslup kavgasına, hakarete dönüşmeden, çözümün asıl adresi olan parlamentodaki partilerle sağlıklı bir
diyalog kurulabilirdi.
Başbakan Erdoğan, DTP dışındaki muhalefetle köprüler atıldıktan sonra “herkesi!” çözümün parçası olmaya çağırıyor.
İspanya’da ETA sorununu çözmeye çalışan yönetimlerin sloganı da hak ve özgürlükleri genişletmeyi içerecek şekilde “Herkese
kahve”ydi.
Franco rejiminden çıkılırken İspanya, ayrılıkçı hareketleri, ülkenin “vazgeçilmez birliğini, bütün
İspanyolların ortak ve bölünmez vatanını” güvence altına alan 1978 anayasasındaki demokratik hak ve özgürlüklerle aşmayı başarmıştı.
Özellikle BASK ve Katalunya bölgesindeki tarihten gelen milliyetçiliğin, ETA üzerinden şiddete dönüşmesi karşısında, İspanya’da
demokrasiye geçiş sancılı oldu.
Anayasa, devletin “üniter yapısını” korumakla birlikte 17 özerk bölgede yerel meclislere, etnik kimliklere
resmi dil İspanyolcanın dışında eğitim olanağı tanıdı.
Geçiş döneminde Suarez’in “merkez partisi” iktidardaydı.
İspanyol Sosyalistleri, üç kez
seçim kazanarak, 12 yıl süren iktidarlarında normalleşmeyi sağladılar, Kral Carlos’un desteğiyle bir
darbe girişimi önlendi; ETA’ya
destek veren
Fransa ile ilişkiler düzeltildi, İspanya AB’ye girdi. Terör marjinalleşti. Bu başarıda Sosyalist Felipe Gonzalez’in -CHP lideri Baykal’ın 1980’lerin yasaklı Türkiye’sinde rol modeliydi!- payı büyüktür.
1990’larda ETA
terörü arttıkça kitlesel mitingler düzenlendi, milyonlar şiddete “hayır” dediler.
İspanya, 1978 anayasasının kabulünden bu yana geçen otuz yılda demokrasisini güçlendirdi. Silah yerine
siyaset öne çıktı. IRA örneği daha farklı olsa da,
İngiltere-
İrlanda ilişkilerinde de sonuç aynıdır.
Hükümetler, şiddete son vermek koşuluyla IRA’nın etkisizleştirilip siyasi kanadın -Sinn Fein’in- güçlenmesine yol vermişlerdir. İngiltere de sorunu demokrasi içinde çözmüştür.
Türkiye’de ise Kürt açılımının Türkiye’yi ayrıştıracağına, çözeceğine inanan muhalefet partileri var.
Ordu da -
futbol jargonuyla- muhalefetin ortasını gole- “
muhtıra”ya çevirmekte usta. Oysa sorunun askercil yöntemlerle çözülmeyeceği görülmedi mi?
Birlikte yaşama duygusunu, hak ve özgürlükleri öne çıkarmanın, çocukların ölmeyeceği bir Türkiye’de barışçı çözümler istemenin, “Herkese kahve” demenin zamanı gelmedi mi?