MHP
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu, son yazımıza çok içerlemiş, iki sayfalık açıklama döşenmiş. Aklınca yazarlığımıza dair hüküm vermiş, hakareti
ihmal etmemiş. Serdaroğlu bu, kötü söz sahibine ait deyip geçelim.
Açıklama metni, can sıkıcı olduğu kadar komikti. Diyor ki; liderler zirvesinde idam kaldırılmadı,
infaz ertelendi. Bu
erteleme kararıyla
terör örgütü ve
elebaşı baskı altına alındı, terör sıfırlandı.
Şu cümleye dikkat buyurun lütfen: “Biz infazı erteleyerek APO’yu sürekli bir idam baskısı altında tuttuk, attığımız bu akıllı adımla terörü sıfırladık.”
Bir tespiti daha var; “
İdamın kaldırılması
koalisyonun fiilen bozulmasından sonradır.” Bu tezine dayanak olarak, MHP Lideri Bahçeli’nin 15 ve 22 Temmuz 2002 tarihli basın açıklamalarını gösteriyor.
Birkaç cümle cevabım olacak, daha önce ifade ettim, tekrarlamakta yarar var. MHP’nin 2002 politikasını doğru bulan biriyim. İtirazım, bu hallerini görmezlikten gelip demokratik
açılımı “
ihanet” olarak sunmalarınadır.
Devam edelim...
Ortak imzalı metinle idamı kaldıramazsınız,
Anayasayı değiştirmeniz gerekir. Kimse, 12 Ocak 2000 tarihli koalisyon protokolüyle idam cezasını
kaldırdığınızı iddia etmedi. Bu arada şunu öğrenmem iyi oldu, meğer APO’yu İmralı’da 2 yıl boyunca
misafir etmek terörü sıfırlamak için bir taktikmiş!
Gelelim Bahçeli’nin 15 Temmuz 2002 tarihli açıklamasına...
Bahçeli, durup dururken koalisyon ortaklarına çağrıda bulunuyor. Gelin, tatildeki meclisi olağanüstü toplayalım, idam cezasını kaldıran, ana dilde yayın ve eğitime imkan veren üç
teklifinizi görüşün. Ama tek şartım var, 3 Kasım’da
seçime gidelim. Önünüz açıktır...
22 Temmuz’da yeniden basına açıklama yapan Bahçeli, 3 Kasım’da
erken seçim kararı alınmazsa hükümetten çekileceklerini ilan ediyor.
Diğer ortaklar DSP ve
ANAP resti görüp
Meclisi toplantıya çağırıyor. 31 Temmuz’da idam cezasını kaldıran, ana dilde yayın ve eğitime imkan tanıyan
Anayasa değişikliği Adalet Komisyonu’nda ele alınıyor. Defalarca yazdık, MHP’li üyeler “
evet” demese, teklif
komisyondan geçmeyecek.
Başlangıçta tüm MHP’li üyeler tepkili. Paketin akıbeti meçhul. Ortaklar hemen devreye giriyor. Komisyon Başkanı DSP’li
Emin Karaa, oturuma 15 dakika ara veriyor. Ne hikmetse bu ara bir buçuk saat sürüyor. MHP’li üyeler sırayla Bahçeli’nin odasına gidiyor. O kapıdan çıkanlar başları eğik vaziyette,
Trabzon Milletvekili
Orhan Bıçakçıoğlu hariç...
Küçük bir not daha; İçtüzüğün 78. maddesine göre, MHP, hükümetten çekilse, teklif ve tasarılar gündemden düşüyor. Ne hikmetse iki yola da başvurulmuyor.
Kafaları karıştıran bir başka detay, Bahçeli’nin tatildeki meclisi olağanüstü toplantıya çağırırken, idam cezası, ana dilde yayın ve eğitim tekliflerini şart koşmasıdır. Başka bir ifadeyle, ‘istediğinizi yapın, yeter ki seçime gidelim’ telaşında.
Peki neden?
Meclis tatilde olağanüstü toplanmasa, gerekiyorsa seçime hiç gidilmese... Sorun, Koray Ay
dın’ın Güler Kömürcü’ye söylediği gibi MHP’nin hükümetten atılma korkusu mu?
Eğer öyleyse, durum daha da vahim.
Sincan’da neler oluyor?
Adalet Bakanlığı tarafından incelenen Sincan Hakimi Osman
Kaçmaz, Cumhurbaşkanı ve
Başbakan aleyhine
tazminat davası açtı.
Hakkıdır, eyvallah.
Kaçmaz, bir adım daha attı.
Sincan 2.
Asliye Hukuk Mahkemesi, Kaçmaz hakkında Adalet Bakanlığının yürüttüğü incelemeyle ilgili bilgi ve belgelerin açıklanmasını yasakladı.
Kararı okuyunca, aklıma,
İşçi Partisi avukatının,
Deniz Feneri soruşturmasında
gizlilik kararı alınca Hürriyet’e yaptığı “Karartmaya çalışıyorlar” açıklaması geldi.
Görüyorsunuz, her davada “gizlilik” kararı alınabiliyor. Gelin, işinize gelen davada yumurtlamayın, istisnasız tüm davalarda gizlilik kararlarının kaldırılması için mücadele edelim.
Deniz Feneri’ni de yazalım,
Osman Kaçmaz’ı da. Şeffaflık böyle sağlanır.
Başbuğ sopasına sarıldılar
Muhalefet acze düşünce yine Başbuğ sopasına sarıldı. Daha önce siyasi iktidarı
Yargıtay,
Danıştay,
HSYK,
Anayasa Mahkemesi ve
Genelkurmay üzerinden aklı sıra
terbiye etmeye çalışan muhalefetin, şimdilik son hamlesi buydu.
Hem
Baykal hem Bahçeli, özellikle MGK üzerinden Başbuğ’a
mesaj verdiler.
Askeri çevrelerin nabzını iyi tutan Fikret Bila’nın, ardından Murat Yetkin’in son yazıları, böyle bir mesaj kaygısını açıkça ortaya koydu.
Kişisel kanaatim de bu yöndedir. Pazartesi gecesi katıldığım TRT-2’deki “İşin Doğrusu” programında bu düşüncelerimi açıkça ifade ettim.
Başbuğ, dünkü açıklamasıyla topa girmek zorunda kaldı. Siyasiler, milletin kendilerini yetkilendirdiği ve çözüm adresinin meclis olduğu gerçeğini unutur, bazı makamlara kendi üzerlerinde bir güç vehmedip “abi kurtar beni” moduna girerse, birileri o boşluğu mutlaka doldurur.
Her ne kadar 30
Ağustos açıklaması gibi sunulsa da
Genelkurmay Başkanı bu çıkışıyla siyasi arenada top çevirmeye başlamış oldu.
MHP bir mutlu bir mutlu, görmeyesiniz. MHP’li Mehmet
Şandır, Başbuğ’un açıklamasından sonra açılımın artık bittiği düşüncesinde. CHP’li Kemal
Anadol da öyle, ama biraz buruk. “İyi vurgulamış Sayın Genelkurmay Başkanı, bu duyarlılık
MGK bildirisine de yansısa iyi olurdu” diyor.
Gelişmiş demokrasilerde, asker şapkası arkasına gizlenip güç gösterisi yapan, apolet gerisinden atış yapan kaç siyasi vardır, vicdanlara sunulur.
Kaldı ki, o açıklama, muhalefeti neden bu kadar sevindirdi, anlamış değilim. MGK bildirisi ve hükümetin açıklamalarından hiçbir farkı yok ki.
AK Parti sözcüleri, demokratik açılımda kırmızı çizginin, Anayasa’nın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeleri olduğunu defalarca anlattılar.
Ayrıca Başbuğ’un şu ifadesi, MGK bildirisinden farklı mı: “
Türk Silahlı Kuvvetleri, bölücü
terör örgütüne karşı yürütülen mücadeleyi kararlılıkla sürdürürken, güvenlik alanının dışında kalan ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda da devlet tarafından gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğuna inanmaktadır.”