Misâl; ben!

-Beyfendi bir dakika bakar mısınız? -Buyrun, bir şey mi var?


-Beyefendi, çocuğum falanca hastanenin fişmekanca servisinde, felankes hastalığından ötürü aylardan beri tedavi görmektedir. İlaç ve tedavi giderlerini karşılayabilmek için önce arabamızı sonra evimizi sattık, yine de yetiştiremedik. Şimdi ise sizin gibi hayırsever insanların yardımlarıyla tedavimizi sürdürebiliyoruz. Bana inanmazsanız fotokopi yaptırarak plastik zarf içinde yanımda gezdirmekte olduğum sağlık kurulu raporu ve reçeteleri gösterebilirim... * Başınıza böyle bir şey geldi mi; gelmiştir mutlaka. Ya asker izninden kışlasına dönerken parasını yankesiciye çarptırmış veya hayırsız evlat yüzünden sokağa atılmış, ekmek parasına muhtaç kalmıştır. Mesele şuradadır; doğru söylüyor mu? Sizi şüphelenmeye sürükleyen başlıca sebep, isteyen tarafın son derece makul ve Türkiye'de rastlanır cinsten inandırıcı bir hikâye anlatması ama daha ziyade bu hikâyeyi son derece ustaca, usturuplu, hatta profesyonel denebilecek bir sahne hüneri sergileyerek anlatmasıdır. -"Acaba", dersiniz; "Acaba aldatılıyor muyum?" Aldatıldığınızı bilirsiniz; yine de üç-beş kuruş, ne varsa verip, üzerinize zorla bulaştırılan sosyal ve insani sorumluluğun bedelini ödeyerek oradan savuşmaya bakarsınız. Sonra şunu düşünürsünüz; niçin ben? * İlk tanıyanlar nazarında sert, ciddî, hatta aksi ve suratsız bir intiba bıraktığımı artık biliyorum. Bu satırların yazarını sadece gazete yazılarından tanıyanlar, yüzyüze geldiğimizde "A, ben sizi şakacı, hoşsohbet, nüktedan biri zannediyordum." dedikten sonra nezaketen gerisini getirmemeyi tercih ediyorlar; kalanını ben zihnimde şöyle tamamlıyorum "Fakat bu kadar gergin, asık suratlı, buz gibi biriyle karşılaşmak beni şaşırttı, ne bu hiddet bu celâl?" Sert, ciddî, yanına mancınıkla bile yaklaşılmaz bir adam! Peki, eğer öyleysem, niçin "Beyefendi, bir dakika bakar mısınız?"cı taifesi, onca kalabalık içinde beni gözüne kestirerek bodoslamadan yanaşıveriyor? Bilmiyorum. * Geçenlerde bizim evin önündeki sokağa perşembe günleri kurulan minicik semt pazarından geçerek fırına doğru gideyim dedim. Kapımızın karşısına tezgâh açan patates satıcısı yolumu kesti, -"Beyim", dedi, "Allah seni inandırsın şu gördüğün Kartal arabanın üç bin liralık tamirata ihtiyacı var; kaç aydan beri üç bin lirayı bir araya getirip de yaptıramadım. Adımız da pazarcı esnafına çıkmış..." -Ee, bana ne yahu, diyerek "kaba ve sert adam" imajımı güçlendirmemek için gülümsedim, "İyi olur inşallah dedim; işler açılınca yaptırırsın Kartalı'nı..." Bu arada Kartal'ın vaziyeti fena; alttan altta çürümeye başlamış. Fiat fabrikasının İtalyanları görse, "Aman kaç kuruşsa parasını verelim de bunu teknoloji müzesine kaldıralım." derler; garanti!.. Patatesçi derhal kontratağa geçti, -Haberin yok beyim, dedi, bu sabah hâlden bin beşyüz liralık satacak sebze vesaire aldım, cebimde var 900 lira; bunun beşyüzü rahat zarar. Cepten yiyoruz. Patates olmuş 1 lira 300 kuruş, var gerisini hesab et... Ben yine gülümsüyorum, "İyi olur inşallah, üzme canını." diye bir şeyler geveliyor ve bir yandan da korkak adımlarla fırına doğru yaklaşmaya çalışıyorum fakat heyhat, patatesçi tezgâhı bıraktı peşimden geliyor, -Vatandaşın iler-tutar yanı kalmadı. Önceden beş kilo alan şimdi bir kilo alıyor. N'oolacak bu bizim hâlimiz?.. * Patatesçinin az ötesinde, sokağa doğru dallarını sarkıtmış çınarın altındaki kaldırıma, bir kısım esnafımız tarafından �her ne hikmete mebnî ise!- "Lux Hırdavatiye" adlandırılan şeyler cinsinden öteberi satan yaşlıca bir adam var; çekirdekten yetişme esnaf değil; belli ki emekli. Bendeniz, ayıptır söylemesi bu Lux hırdavatiye çeşitlerine meraklıyımdır. Ne zaman önünden geçsem, kaldırıma serdiği çoğu Çin işi ufak radyo, el feneri, fırın çakmağı, kalem, kâğıt makası, masa saati neviinden bir şeyi almadan içim rahat etmez. Böyle böyle ahbaplık ilerledi, bir hukuk peydâ oldu. Bundan sekiz ay kadar önce beni görünce cebinden bir kâğıt çıkardı. Bir yakını (belki oğlu, belki torunu) filan yarı devlet kurumuna (bu şirket, kanatlı bir şirket; ben öyle söyleyim, ârifler anlar) müracaat etmiş, imtihan, mülakat derken kazanmış da çocukcağızı fakat aylardan beri ne arayan olmuş ne soran. Dedi ki, -Burası böyle bir memleket, hakkını aramazsan kimse senin hakkın var, şunu al demez. Çocuk imtihanı başarıyla verdi, atamasını yapmıyorlar. Senin tanıdıkların vardır, ilgileniversen şununla bir... Hoppala! Bu yaştan sonra adımız iş takipçisine çıkacak iyi mi? "Ne de olsa kendim için bir şey istemiyorum; isteyenin bir yüzü vermeyen ırkçı." diyerek, vaktiyle bu sektörde haber yapmış gazeteci dostlarımdan birini aradım. -Yahu, çocuğun adı soyadı şu; filan tarihte sınavı kazanmış, atanma bekliyor; senin bu şirkette tanıdıkların çoktur. Bir ilgileniversen hayrına ne güzel olur. Çocuk aylardır bekliyormuş evinde... Ne cevap verdiğini hatırlamıyorum, fakat sekiz ay müddetince arkadaştan tık çıkmadı; "Çok meşguldür... Toplantıdan başını kaşımaya fırsat bulamıyordur; haberden habere akın ediyordur yeni gazetesinde" diyerek anlayış gösterip, şansımı bir başka açıdan denemeye karar verdim. Bir milletvekili arkadaşım var, onu aradım, dedim ki, -Bu iş artık bir nevi ar meselesi oldu; aman sayın vekilim, bu çocuğun durumunu bir öğrenelim; hayır işidir. Arkadaşım gayyurdur, eline düşen işin savsaklanması ihtimâli yoktur fakat zaman geçti, ondan da bir haber çıkmadı. Bu arada perşembeleri bizim Lux Hırdavatiyeciye görünmemek için neredeyse Tarzan gibi ağaçtan ağaca atlayarak sokağı geçmeyi düşünüyorum. Nihayet bir gün gözgöze geldik, "Vallahi ses yok." dedim; "Dur bir daha arayayım." -Senin iş var ya, dedi vekil arkadaşım; yönetim kurulu üyesi filancaya söyledim, merak etme... Aradan geçti üç ay, yine ses yok. Bu arada bir faks daha çektim vekil arkadaşa. Cevabı gelmedi, belli ki uğraşıyor. Ben yine perşembeleri kaçacak yer arıyorum. Bir ara yine yakaladı beni, -Şu işi bir halletsen var ya, bu iyiliğin altında kalmam ha! dedi. -Şimdi çok ayıp ettin komşu, dedim; kırıldığımı anladı. O günden beri pek derdini yanamıyor ama ol görüp bu kanatlı şirketin sınavını kazanan çocuğun tayini yapılacak mı, yapılmayacak mı öğrenemedik gitti. Olur inşallah; kanatlı şirketten merak eden olursa, isim vesaire bilgileri bende var; veririm. * Nereye geleceğim? Biir: İş takibçiliği zor iş! İkii: Dış görünüşe aldanıp, "Bu, kerli-ferli bir adama benziyor; elinden iş gelir; şuna bir hâcetimi söylesem şakkadanak yaptırır Ankara'lardan." demeyin; beceremiyorum kardeşim! Misâl; ben.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER