Teröriste merhamet göstermek

Fikret Bila'nın Hilmi Özkök'le yaptığı mülâkat (Milliyet, 17-19 Ağustos 2009) "açılım" tartışmaları için merkezî önemdeydi.


Yine Fikret Bila'nın 2007'ye ait "PKK'yla geçen 24 yılın komutanları" başlıklı röportajlar dizisinin de, Kürt sorununun çözümüne önemli katkılarda bulunan temel referanslardan biri olduğunu hatırlayalım. Bu röportajlarda komutanlar özeleştiri yapmışlar ve 25 yıldır PKK'ya yönelik uygulanan politikanın yanlışlarını itiraf etmişlerdi. Hilmi Özkök ise bugün gelinen noktayı olumlayan ve ilerlediğimiz yolu aydınlatan sözler söylüyor. Bu sözler önemli; zira bu sözlerin sahipleri yaklaşık çeyrek yüzyıl süresince sorunun devlet katındaki yegane patronları idiler. 25 yıl boyunca Kürt sorunu dendiği zaman ilk ve son sözü onlar söylediler. Halkı temsil eden siyasetçiler zaman zaman cesaretlerini toplayıp bir söz söylediklerinde ise hemen onlar tarafından hizaya çekildiler. Millî Güvenlik Kurulu bildirisi "demokratikleşme açılımı"nı devlet katında resmî niteliğe kavuşturan çok kritik bir dönüm noktası oldu. Cumhurbaşkanı'nın, Başbakan'ın ve İçişleri Bakanı'nın dayandığı "devlet kurumları arasında uyum" tezi somut gerçeklik kazandı. Açılıma karşı çıkan MHP ve CHP "devlet kurumları arasında uyum"un varlığına itiraz ediyor ve doğrudan askerleri bu konuda açıklama yapmaya zorluyorlardı. Cevap MGK bildirisi ile verilmiş oldu. Millî Güvenlik Kurulu bildirisi ile herkes anlamış olmalı: İçişleri Bakanı'nın koordinatörlüğünde yürüyen açılım devletin bütün kurumlarının -özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin- ahenkli biçimde dahil olduğu, onaylamanın ötesinde aktif biçimde rol aldıkları bir süreç olarak yürüyor. Hilmi Özkök'ün sözleri ise sürece katkıda bulunmaya ve yumuşatmaya yönelik. Yüksek askerî vasıflara ve erdeme sahip bu komutanın durup dururken konuşmayacağını; ancak bir misyonu yerine getirmek üzere söz alacağını biliyoruz. Hilmî Özkök'ün verdiği mesajlar geçmişe bir sünger çekmeye, semboller üzerinden yürütülen tartışmaların istikametini somut adımlara yöneltmeye ve empati duygusunu geliştirmeye yönelik. Özkök, Fikret Bila'nın "PKK dağdan nasıl iner?" sorusuna cevap verirken önce, DTP-PKK çizgisinin gündeme getirdiği "iki taraf da silah bıraksın" tezine üstü kapalı göndermede bulunuyor. Cevap vermeye "Devletin görevli unsurları hiç silahı bırakır mı?" sorusu ile başlıyor ve ekliyor: "Ama örgütün silahı bırakıp ulusun hoşgörü ve merhametine sığınması meseleye büyük katkı sağlar." Bu sözdeki "ulusun hoşgörü ve merhameti" ibaresi, tam da açılım sürecinin ihtiyaç duyduğu ruhu temsil ediyor. "Ulusun hoşgörü ve merhameti" ibaresi büyük bir olgunluk; ama daha önemlisi "ulus"tan ziyade bir askerin ağzından çıkması. Terörle mücadele etmiş, verdiği kayıpların albayrağa sarılı tabutlarının önünde saygı duruşunda bulunmuş bir komutan söylüyor bu sözleri. Görev yaptığı sürece TSK'nın verdiği şehitlerin her birinden tek tek sorumlu olan bir Genelkurmay Başkanı. Terör örgütü mensuplarına yönelik "hoşgörü ve merhamet" sözünü şehit ailelerinden bile sonra telaffuz edebilecek biri söyleyebiliyorsa, bu söze yansıyan sorumluluk bilincini ve askerliğin ötesine devlet adamlığı vasfını fark etmeliyiz. Hilmi Özkök'ün söylediği gibi devlet gücü elindeki silahı bırakmaz. "Karşılıklı silah bırakma" sözü bu yüzden örgütsel bir retorikten ibaret. Neden? Çünkü elindeki silahı bırakıp "ulusun hoşgörü ve merhametine sığınmış" bir örgüt mensubunun yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerini bile, devletin güvenlik güçleri ellerindeki bu silahlarla sağlayacaktır. Terör, halkı canından bezdirerek, yakarak, yıkarak ve bu yolla devleti baskı altına alarak hedefine varmaya çalışır. Devletin elindeki kılıç ise gücünü hukuktan, toplumun temel hak ve özgürlüklerini ve özellikle güvenliğini sağlama yeteneğinden alır. Bu yetenek �suçlulara karşı bile- "hoşgörü ve merhamet" gibi insanî hasletlerle donatıldığı zaman bu kılıcın karşısında hiçbir güç duramaz.
<< Önceki Haber Teröriste merhamet göstermek Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER