Bu kavrama bağlı olarak MHP
militan ve sempatizanları, özellikle de
ülkücü gençlik, devlete yönelik olarak algıladıkları tehditlere karşı kendilerini
siper etmekten geri kalmadılar. Ne var ki devleti toplumun önüne koyan bu yaklaşım nedeniyle MHP hareketi sık sık zor duruma düştü. Bunun en çarpıcı örnekleri 12
Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte yaşanmış, binlerce ülkücü genç, uğruna canlarını feda ettikleri devletin kendilerini tutuklayıp yıllarca hapislerde çürütmesi, işkence başta olmak üzere insanlık dışı muamelelere tabi tutması ve içlerinden bazılarını idam etmesi, özetle “devletin kendi çocuklarının bile gözünün yaşına bakmaması” karşısında büyük bir şok yaşamışlardı.
Bütün hayal kırıklıklarına rağmen ülkücüler, birkaç istisna dışında, bağırlarına taş basıp devlete küsmediler. Fakat o gün yaşanmayan kopuşun günümüzde söz konusu olduğunu gözlüyoruz. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin
MGK bildirisine karşı kaleme aldığı dünkü yazılı açıklaması MHP-devlet ilişkisinde yepyeni ve
12 Eylül’dekinden daha dramatik bir süreç yaşanmakta olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında bu sürecin ilk işaretlerini,
Kuzey Irak’a yönelik kara harekatının süre ve kapsamının sınırlı tutulması üzerine Bahçeli’nin yaptığı sert çıkış sırasında almıştık. Kendini devletle ve dolayısıyla onun en önde gelen kurumlarından olan ordu ile özdeşleştirmiş bir siyasi hareketin liderinin bu çıkışı çok büyük şaşkınlık ve ilgi uyandırmıştı.
Köprüleri atmak üzere
Bahçeli’nin Türkiye’d
e devlet denilince ilk akla gelen kurumlardan olan MGK’yı alenen ve beklenmedik ölçüde sert bir şekilde eleştirmesi gerçekten yepyeni bir durum yaşadığımızı kanıtlamış oldu. Aslına bakılırsa, kabaca “devlete rağmen devletin bekası arayışı” olarak adlandırabileceğimiz bu anlayış dünyanın dört bir tarafındaki popülist milliyetçi hareketlerin temel yaklaşımı olagelmiştir. Bununla birlikte MHP hareketi bu yaklaşıma itibar etmemeye büyük özen ve dikkat göstermişti, fakat görülüyor ki bu ısrardan vazgeçiliyor.
MGK bildirisi hakkında “devlet görüşü olarak yorumlanması asla mümkün değildir” diyen Bahçeli’nin şu sözleri, bugün devletin zirvesini oluşturan kişi ve kurumlarla MHP’nin köprüleri atmak üzere olduğunun işaretleridir: “Devlet dünden yarına ilerleyen milletin organizasyonudur. Bu sürecin bir kesitinde söz sahibi olmuş yöneticiler ve memurların dönemsel yorum ve tasavvurlarına devlet politikası denilemeyecektir. Milletimize esaret dayatan Mondros Mütarekesi’nin de devlet yönetiminin rızası ile hayat bulduğu bilinen en acı gerçeklerden birisidir.”
TSK’nın suskunluğu
Bahçeli’nin ilk andan itibaren
Kürt açılımına en sert bir şekilde karşı çıkmasını, bu
açılımın “hükümet değil devlet politikası” olduğunu kavramış olmasına bağlamıştım. İşte son MGK bildirisinde açılım konusunda “yola devam” mesajı verilmiş olması Bahçeli’nin üslubunu daha da sertleştirmişe benziyor.
MHP Lideri’nin “Bu tarihi sapmaya onay verenler ve taşıyanlar kadar sessiz duranlar veya ses çıkmayanlar da ağır ve tarihi vebal altından asla kurtulamayacaklardır” sözleri, onun asıl ve
Gizli muhatabının TSK olduğunu düşündürtüyor. (Buna karşılık Köşk’ten gelen cevaptaki “sayın üyelerin ifade ettiği görüş ve tavsiyeler hakkında bilgi sahibi olunmadan” tabiri de askerin savunulması olarak görülebilir.)
Peki “MHP Lideri tam olarak neyi hedefliyor?” sorusuna gelecek olursak, bana göre Bahçeli:
1) Tabii ki öncelikli olarak bu açılımı daha doğmadan ne yapıp edip yok etmek istiyor. Zira belli bir mesafe katedildikten sonra geriye dönüşün iyice imkansız olacağını düşünüyor;
2) Şu ana kadar “Kürt açılımı” hakkındaki görüşlerini kamuoyuyla paylaşmamış olan TSK komuta kademesinin bir an önce konuşmasını ve Cumhurbaşkanı Gül’ün iddia ettiği gibi “devlet kurumları arasında uyum” olup olmadığının netleşmesini istiyor;
3)
Hükümetin tepkisel davranıp Kürt açılımı takviminden sapmasını; bazı adımları erkene alıp, bazılarını geciktirmesini; kısacası hata yapmasını arzuluyor.