Şükür kavuşturana...

Hayatımızın en tatlı hatıralarını yaşadığımız mevsime, Ramazan'a ulaştık.


Eskinin lezzetlerini hatırlatmasının yanında, yeni yeni tatları beraberinde getiren; her seferi diğerinden farklı ve eşsiz bir nimet kervanı Ramazan. Çocukluğumuzun Ramazan'ını, üniversite ve gurbet yıllarımızdakilerle kıyaslayamıyoruz. Evlatlarımızın ilk oruç heyecanıyla kendimizinkiler arasında tercih yapamıyoruz. Bakmayın bazılarının 'nerede o eski Ramazanlar' hayıflanmasına. Yaşayabilene her Ramazan dopdolu ve taptaze. Ramazan, oruçla anılan bir ay. Tabiatıyla aslan payını oruç alıyor. Ancak her ibadetin bu ayda fevkalade yaşandığını söylemek de yanlış olmaz. Elbette öncelikle oruçla kendimizi terbiye ediyoruz. Bedenimizi sınırlayarak hayatı ruh boyutuna taşımaya niyetleniyoruz. İbadetleri, zikir, fikir ve şükür diye özetleyebiliriz ve Ramazan'da bu üçünü birlikte en zirve noktada yaşayabiliriz. Zikri çoğaltıyoruz. Kalpleri, yegâne tatmin kaynağı zikirle coşturuyoruz. Zikir denince akla ilk önce Kur'an-ı Kerim geliyor. O da oruç gibi Ramazan'la özdeşleşmiş. Daha ötesi bu ayı, 11 ayın sultanı haline getiren de aslında Kur'an'a dayelik yapmış olması. İndirilmeye başlandığı ayda mukaddes Kitab'ımızı okuyarak istifadeye çabalıyoruz. Hem Kur'an'ı hem de onun tefsiri konumundaki kâinat kitabını okuyarak tefekkür ediyoruz. Kitabın; ibret alanlar, düşünenler, akıl edenler için nice sırların gizlendiğini haber verdiği evreni okuma gayretimiz ayrı bir kulluk. 'Safi bir iman ve halis bir tevhit' şeklinde anlatılan şükür, yine bu aya rengini veren ibadetlerdendir. Meşru nimetlerden iradi ayrılışımız, onların farkına varmamızı ve dolayısıyla nimetlerin gerçek sahibi Rabb'imize şükran hisleriyle dolmamızı sağlıyor. Hülasa Ramazan, zikir, fikir ve şükür ayıdır, diyebiliriz. Genelden özele indiğimizde de her bir ibadetin Ramazan'da farklı bir lezzeti ve boyutu önümüze çıkıyor. Günlük koşuşturma içinde kulak vermediğimiz ezanın farkına varıyoruz. Sadece iftarda değil, sahurda ve bütün vakitlerde can kulağıyla dinleyip ruhumuzu yıkıyoruz. Abdest meğer nasıl bir yenilenme, canlanma fırsatıymış, hatırlıyoruz. Boş mide ve dolu kalple namaza durmanın ruhanî lezzetini iliklerimize kadar duyma imkânına kavuşuyoruz. Teravihler, toplumsal buluşmaya dönüşüyor. Oruçla, hatimle dolu dolu geçirilmiş günü, 'hitam-ı misk'le tamamlamanın adı sanki teravih. Hele bir de hatimle kılınıyorsa... Namazla Kur'an'ın mest edici birlikteliği gerçekleşiyor. Ramazan, aynı zamanda birlikte yaşama kültürü dersi gibi. En ferdî ibadet olarak bilinen orucu bile müşterek tutarız. Mukabele, Kur'an'ı beraberce okumanın adı değil mi? Teravih, namaz ortaklığı bir anlamda. Tek başımıza kılabileceğimiz bir sünnet namazı cemaatle ve eksiklerimizi tamamlayarak eda ediyoruz. Ve tabii lokmamızı paylaşıyoruz. Bize verilenden, sadece aracı olduğumuzu idrak ederek dağıtmak, ihtiyaç sahiplerine vermek. Hepsinden önemlisi ihtiyaç sahiplerinin varlığını anlamak da nimet aslında. İradi açlığımız, gerçek açların halini düşündürüyor. Elimizdekileri tüketme konusunda iftar-imsak sınırına riayet edince haddizatında emanetçi olduğumuzu görüyoruz. Biz verirken mihnet etmiyoruz, alan ise minnet altında kalmıyor. Yardımlaşma ve dayanışmayı sadece bir emir olarak değil, fıtratımızın neticesi halinde kabul ediyoruz. Bediüzzaman Hazretleri'nin özetiyle son noktayı koyalım: "Ramazan-ı Şerif'teki orucun çok hikmetleri, hem Cenâb-ı Hakk'ın rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var." Allah, Ramazan'dan nasiplendirsin, bu fırsat kapısından eli boş dönenlerden etmesin.
<< Önceki Haber Şükür kavuşturana... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER