Azerbaycan, bağımsızlığın ardından devlet yapısını oturtup,
ekonomik olarak güçlendikten sonra kendi kültürüne yönelmiş. Genç Azerbaycan'ın aydınlık geleceğine yeni kuşakları hazırlamak için köklerinin ne kadar sağlam olduğunu göstermeye çalışıyor. Bunu için Azerbaycan devleti hem araştırmalara hem de sanata
destek veriyor.
Cuma akşamı Bakü'nün görkemli kültür merkezlerinden
Haydar Aliyev Sarayı'nda bu çabanın muhteşem bir örneğine şahit olduk. 1803-1804 yıllarında Rus ordularına karşı Gence'de ortaya konulan direnişi beyazperdeye aktaran 'Cevat Han' filminin galası vardı. Ordularda yer alan insan sayısı bakımından, ABD'nin ulusal bütünlüğünü anlatan Mel Gibson'ın 'Patriot'u kadar olmasa bile savaş sahneleri çok başarılıydı. Benim seyredebildiğim kadarıyla Azeri filmlerinin standardını aşmıştı Cevat Han. Nurettin Mehdihanlı da Cevat Han rolüne çok yakışmıştı...
1970'li yıllarda, yani
SSCB dönemi Azerbaycan'ında yazmış Sabir Rüstemhanlı Bey, Cevat Han kitabını. "Bu kitabı yayınlamazlar." diyen yetkililere, "Neden yayınlanmasın ki! Ben babamı yazmışım. Cevat Han benim babamdır" demiş Sabir Bey. Onun bu samimi çıkışı kitabı kontrole gönderecek kişiye cesaret vermiş. SSCB döneminde basılacak kitaplar kontrolden geçebilirse yayınlanma imkânına kavuşurmuş. İşte o zor dönemde Cevat Han kitabı yayınlanabilmiş.
Şu anda Azerbaycan meclisinde milletvekilliğini sürdüren Sabir Bey, Azerbaycan'ın kuruluşunda eğitim bakanlığı yapmış. Şanslı bir insan; onun kıymetini, sanatının milleti için ne kadar önemli olduğunu iyi bilen bir eşi var. Sabir Bey'in,
beyin gücünü ortaya koyabilmesi için, gerekirse bütün yükü omuzlarına alabilecek kadar fedakâr; organizasyon kabiliyeti yüksek ve ilişkileri pozitif yönde kurabilecek ince bir zekâya sahip bir eş Tenzile Hanım.
Bizi, Türkiye'nin son gerilimde yakından tanıdığı Ganire Paşayeva'nın yanına oturtarak zekâsının bütün inceliklerini bir çırpıda gösterdi. Çünkü filmin konusu Paşayeva'nın milli duygularını harekete geçirecekti; nitekim öyle oldu. Gözyaşlarına boğulan Paşayeva filmin çağrıştırdıklarından hareketle heyecana kapılıyor ve Cevat Han'ın hayatından çeşitli anekdotları bizimle paylaşarak, filmi, tarihî arka planıyla daha iyi anlamamızı sağlıyordu. Biz de Paşayeva'nın tarihi anlatırken aynı zamanda iliklerine kadar yaşadığını açıkça gözlemliyorduk.
Cevat Han filmi, Azeri
gençlerin önüne bir
model koyuyor: Cesur, gayretli, çalışkan, kardeşleri tarafından yalnız bırakılsa bile dönmeyen, sarsılmayan, akıllı, becerikli ve bir o kadar da maneviyatlı bir 'ata' modeli...
Ve eşinin her zaman arkasında, metanetli, onu asla yalnız bırakmayan,
bıçak kemiğe dayanınca saçlarını kesip, zırhına bürünerek eşinin yanında can vermekte tereddüt etmeyen bir 'ana' modeli...
Maneviyat kadar ilme, ilim kadar velayete, milletin tarih ve bekasına, milli hafızanın korunmasına hayati derecede önem veren; milletin zor anında, düşmanın insafsız zamanlarında birkaç asır sonra bile olsa boy verecek tohumları, zamanın tarlasına ekebilecek kadar şuurlu; hanların derdini en ince noktalarına kadar bilerek dert ortaklığı yapabilen, velayet ve basiret sahibi bir 'kanaat önderi' modeli...
Ölmeden önce milletinin vefasını, askerinin itaat ve cesaretini, gerektiğinde kadınlarının erkeklerden daha erkek kesildiğini gören ve aynı zamanda maneviyat önderlerinden daha ileri bir velayete sahip, "Gördüğümü görseydin sen de böyle yapardın..." diyecek kadar gönül gözü açık bir 'hakan' modeli...
Azerbaycan meyvelerini vermeye hazırlanırken köklerini gözden geçiriyor. O köklerden biri Cevat Han. Cevat Han, hanları hakanları ve erleri kadar, saçlarını kesip savaş meydanlarına atılabilen kadınlarıyla bir milletin bir tek isme sığdırılmış hali...