Takımın çoğunluğunu
Kürt askerler oluşturuyordu. Çavuş, her akşamüstü gelip benim transistörlü radyoyu alıp koğuşa giderdi.
Bir gün peşinden gittim.
Erler, radyonun çevresine toplanmış
şarkı dinliyorlardı.
Türkçe değildi parazitli, cızırtılı sesler. Arkalarından, “Ne yapıyorsunuz?..” diye bağırınca, suçüstü yakalanmış çocuklar gibi irkilmişlerdi.
Çavuş utana sıkıla:
“
Erivan radyosu komutanım” diye önüne bakarak izahat vermişti, “
Kürtçe türkü dinliyoruz.”
Bekaa Vadisi,
Nisan 1993.
Suriye’nin kontrolündeki Bar İliyas kasabasında neredeyse bütün bir gün Apo’yla sohbet etmiştim. Kendi hayatından Kürt kimliğinin nasıl inkar edildiğine dair örnekler verirken, bir ara uzaklara dalarak demişti ki:
“Biliyor musun neyi özledim? Ankara’da,
Sakarya caddesinde ekmek içi dönerle bira içmeyi...”
Diyarbakır, 1990’lar.
Bir gece Felat Cemiloğlu’nu dinlemiştim. 12
Eylül askeri yönetimi sırasında, Diyarbakır Cezaevi’nde yaşadıklarını, kendisine nasıl bok yedirildiğini, nasıl hapishaneden çıkar çıkmaz dişlerini çektirip takma diş yaptırdığını anlatırken en sonunda eklemişti:
“Genç olsam dağa çıkardım.”
Kandil Dağı,
Mayıs 2009.
Tüysüz bir
PKK’lı. Omuzundaki
Kaleşnikof tüfek boyu kadar. Samsun’dan gelmiş, birkaç yıl önce dağa çıkmış. Yirmi yaşında. Okulu lise sondan terk edip Kandil’e gelmiş. “Kafam bozuldu, dağa çıktım” diyor.
Murat
Karayılan.
PKK’nın dağdaki bir numarası.
Geçen Mayıs ayında,
Kandil Dağı’nın eteklerinde kendisiyle PKK’nın
silah bırakmasını, dağdan
inme konusunu konuşuyorum.
Bir ara diyor ki:
“Otuz yıldır dağdayım. Öldürmek için de çıkmadık dağa,
piknik yapmak için de...”
Bunları neden mi yazdım?
Devlet klişelerinin, ezberlerinin ötesindeki ‘insan unsuru’nu anlatabilmek için... Çünkü, meselenin ‘insani boyutu’nu hissetmeden, anlamaya çalışmadan Kürt ve PKK sorununu çözüm rayına oturtmak imkansızdır.
İşin gerçeği budur.
Ya da hayatın gerçeği budur.
Bu açıdan, seksen küsur yıllık devlet politikaları bir başarı hikayesi olmaktan çok uzaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana insanların dillerini, kültürlerini, kısacası kimliklerini inkar ederek gelinen nokta çözüm değil, insanları sonunda dağa çıkartan,
isyan ettiren tam bir çözümsüzlük olmuştur.
Sorunun bu ‘insani boyutu’nu hissetmeye çalışmadan, sorunu anlamak ve çözüm kapısı açmak çok uzak ihtimaldir.
Hem bu noktayı gözardı edip, hem yeni klişe ve ezberler
icat etmek ise Türkiye’de siyaseti, özellikle hükümeti bekleyen ve yeni odak kaymalarına yol açabilecek ciddi bir tehlikedir.
Çözüm konusunda Kürt sorunuyla ilgili olarak ‘beklenti çıtası’nın yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Acul beklentiler yaratmaktan kaçınmak lazım. Bugünden yarına bitecek bir sorun değil bu.
Onun için yapılacak ilk iş, önce parmakları tetikten çekmek ve gerçek bir ‘
ateşkes dönemi’ne adım atmaktır. Bu çatışmasız yeni süreçte ise meseleye en kolayından başlamaktır yapılacak olan...
Yoksa, ‘acul beklentiler’ bir anda büyük hayal kırıklıklarına dönüşebilir, 1990’lardakine benzer olmadık provokasyonlar sahnelenebilir.
Bir gün daha bu konuya devam...