Yolun tam karşısında ise megafonlarla seslerini 10 metre ilerilerinde Ferda
Paksüt’ü kovalayan basın ordusuna duyurmaya çalışan, ellerinde babaları, eşleri ve yakınlarının fotoğrafları, terliklerle, en ev halleriyle
Silivri’ye gelmiş ürkek, kısa boylu, kavruk yüzlü kayıp yakını kadınlar.
Dün başlayan
Ergenekon’un İkinci Davası’nın ilk gününden aklımda kalan en unutulmaz görüntü buydu.
O kayıp yakınlarının ellerinde tuttukları pankartlarda
hesap sorulmasını istedikleri eski askerlerden
Levent Ersöz ve
Atilla Uğur, avukatlarının söylediğine göre
mahkemeye “Tedavi gördükleri GATA’ya mahkeme celbi gelmediği” için gelemediler. Yani celp gelse mahkemeye gelme ihtimalleri vardı. Davanın iki numaralı sanığı, ağır hastalığı yüzünden
tahliye edilen Hurşit
Tolon’un geldiği gibi.
D
emek ki bol yıldızlı asker sanıkları bir bir GATA’ya sevk eden hastalık her neyse onların mahkemeye gelmesine engel değil.
Sağlık ciddi bir meseledir, siyasi hesaplara alet edilmemelidir. O yüzden Tolon’un sağlığından endişe edenler için iyi haber vermekle yetineyim: Paşa tıpkı kürsülerden sert mesajlar verdiği
muvazzaf günlerindeki gibi çok sağlıklı, çok dinç görünüyordu. Yan yana masalarda yemek yedik. Köfte,
tavuk,
pilav,
cacık, sütlaçtan oluşan menüden tattı.
Cezaevi restoranının sorumlusuna yemekleri çok beğendiğini anlattı.
Keşke
kanser olduğuna Adlî Tıpçıları bir türlü ikna edemeyen ve penceresiz bir odada hayata
veda eden İsmet Ablak’a da böyle birkaç özgür saat geçirme şansı verilseydi.
Teğmenler Tolon içtimasında
Davanın iki numaralı sanığı olan bir orgeneral tutuksuz yargılanırken,
genç bir
teğmen (
Mehmet Ali Çelebi)
tutuklu yargılananlar arasında oturmaktaydı.
Teğmen Çelebi’nin iddianamede Karargâh Evleri yapılanmasında kendisine aralarında hiçbir akrabalık bağı yokken “ağabeylik” ve “ablalık” ettiği söylenen Aydın Kardeşlerin hemen yanında oturması, aynı yapılanma içinde tutuksuz yargılanan teğmenlerin de bağlantılı oldukları bir
yayınevi sorumlusuyla (Hatice Bahtiyar) birlikte oturmaları fiili kanıt gibiydi.
Uzun boylu, yakışıklı genç teğmenleri restoranda masalarına uğrayan ve ayağa kalkıp selamladıkları
Hurşit Tolon ve Ferda Paksüt teskin etmeye çalıştı.
Silivri Sendromu
O teğmenlerden 1988 doğumlu, davanın en genç sanığı olan
Harp Okulu öğrencisi
Yaşar Tozkoparan kendini tanıtırken insanın içi ister istemez cız ediyor. Mahkemede yargılananlar
darbeci dahi olsa mahkeme salonundaki çaresizlikleri, incelen sesleri, oradaki hiyerarşi dünyaya hep mağdurlardan yana bakmış bir Ergenekon karşıtının bile kafasını karıştırabiliyor. Daha önce de başıma geldi. Ben buna
Stockholm Sendromu gibi Silivri Sendromu diyorum.
Ama herhalde zayıflamış ve sesi titreyen Mustafa
Balbay kendini tanıtırken hüzünlenmek “Ergenekonculara karşı bir zaaf anı” değildir. Salondaki bir iki başörtülü kadından biri olan Balbay’ın
yaşlı annesini ve babasını “Allah’a inanıp güvenmek lazım” diye teselli etmek ise her yere ve herkese yetişen Ferda Paksüt’e düştü yine. Ondan daha kuru ve
soğuk olan
Osman Paksüt’ün bütün hayatının, tıpkı dün gün boyu mahkeme tribününden yaptığı gibi hiperaktif olan eşini izlemekle geçtiği kesin.
Biri
Taraf mı dedi?
Mahkemenin kafeterya ve holü
küçük bir mekân. İnsan ister istemez konuşulanları duyuyor. Mesela Osman Paksüt ve
Emin Şirin Taraf dediği anda o tarafa doğru ister istemez bir döndüm. Yine Paksütlerin
Tuncay Özkan fanlarıyla olan
dayanışma konuşmaları, Serruh Kaleli’nin adının geçtiği diyaloglar ister istemez kulağıma geldi. Bağırarak konuşan Ferda Paksüt’ü duymak için duvarlara
bardak dayamaya da gerek yok zaten.
Klimalar çalışmıyor ama
Tuncay Özkan çalışıyordu
Emek Sineması’na benzeyen yeni mahkeme salonunda günün konusu çalışmayan klimalardı.
Başta mahkeme başkanı olmak üzere herkesin terlediği ve daha da terleyeceği mahkemenin önündeki en ciddi ve en mevsimsel olmayan sorun ise sıcaklar değil; Tuncay Özkan.
Birara mahkeme salonu, fanatik bir
emekli amca ve
ev hanımı kitlesi olan Tuncay Özkan’ın hapisteyken kurduğu Yeni Parti’sinin olağanüstü kongresine döndü.
Fanlarının mahkeme salonundaki ömürlerini kısaltan alkışları, “güneş gibi doğacağız” sloganlarına aralarda öpücükleriyle karşılık veren Özkan, birara Silivri
Cumhuriyet Mitingi’nde konuşur gibiydi. Galiba mahkeme başkanı hem klima meselesine bir çözüm bulacak hem de dünkü Silivri Cumhuriyet Mitingi provasına bundan sonra tahammül etmeyecek.
Tıpkı mahkeme dışında toplanan Biz Kaç Kişiyiz platformu üyelerinin basın açıklamasını Cumhuriyet Mitingi’ne çevirmesine
jandarmanın tahammül etmediği gibi. “
Türkiye laiktir laik kalacak” diye bağıran grubun üstüne doğru yürüyen Jandarma
Çevik Kuvveti’ni, grubun “En büyük asker bizim asker” sloganları bile durduramadı.
Galiba günü özetleyen anlardan biri de buydu: Ellerinde Türk bayrakları,
Atatürk resimleri olan ve “Türkiye laiktir laik kalacak” diyen bağıran grubun üstüne doğru yürüyen askerler.
Evet, galiba dün sahiden de bir darbeyi yargılamaya başladık..