Mahalle değil, medya baskısı

Şerif Mardin Hoca, geçen yıl gündemimize yeni bir deyim sokmuştu.


Bu deyim, yasakçılıktan vicdanı biraz olsun rahatsızlık duyanlara adeta bir can simidi olmuştu. 'Siz ne biçim entelektüelsiniz? Zorba, ceberut devlet uygulamalarını savunuyorsunuz' diyenlere karşı vicdanlarını rahatlatabilecek bir deyimdi bu. Hatta sığınak olabilecek kadar önemli bir ifadeydi onlar için. 'Niye yasakçısınız?' sorusuna 'E biz yasakçı olmazsak onlar mahalle baskısı uygular bize. Bunun için yasakları, zorbalıkları destekliyorum' diyebileceklerdi. Bu sayede hem kamuoyundaki entelektüel itibarlarını devam ettirebilecekler hem de biraz olsun vicdanlarını rahatlatabileceklerdi. Tam zamanında konuşmuştu Şerif Mardin Hoca. Üstelik Malezya örneğini de vermişti. Gerçi aynı Şerif Hoca, "Mahalle baskısı kavramını medya yanlış kullandı, bu da beni rahatsız etti." dese de kimsenin bunu dinleyecek kulağı yoktu. Ayşe Arman tedbili kıyafet yapıp mahalle baskısını ölçmek istemiş ve tesettüre bürünüp laik semtlere, mini etek giyip muhafazakâr semtlere gitmiş. Bir mahalle baskısı ile karşı karşıya gelmemiş olacak ki, olayı dindarların düğününe, süslenmesine, denize girmesine falan dönüştürmüş. Ayşe Arman pek de büyük keşiflerde bulunmuş doğrusu. Örtülülerin de saçlarını taradığını, kendilerine baktığını falan öğrenmiş. Hem de bir reklam filminde olduğu gibi, yerlilerin hayatlarında ilk kez gördükleri arabayı keşfetmeleri misali, örtülü kadınların dünya ile nasıl da ilgilendiklerini keşfetmiş. Bu konuyu irdeleyen Taraf Gazetesi'nden Elif Çakır ve Habertürk'ten Nihal Bengisu Karaca iki güzel yazı yazdı. İsteyenler o yazıları birer kere daha okuyabilir. Her neyse... Ben bu yazının mahalle baskısını ölçümlemesi tarafıyla daha çok ilgileniyorum. Bence Ayşe Arman en iyi ölçümlemeyi medyada yapabilirdi ve en ilginç gözlem yazılarını orada yazabilirdi, ama bunu yapmamış. Ölçümleme yapabilmek için herkesin aklına gelebilecek yerleri seçmiş. Ben olsam Hürriyet Gazetesi'ne girerdim örtülü olarak. Oradaki tepkileri ölçer ve oradaki mahalle baskısına bakardım. Hürriyet Gazetesi'nde ya da bütün bir Doğan Grubu'nda bir tek başörtülü çalışmadığına göre bu çok ilginç bir ölçümleme olurdu doğrusu. Gruba çok yetenekli bir eleman alacak olsalar ve bu kişi aradıkları bütün vasıfları taşıyor olsa, ama başörtüsü olsa işe alırlar mı? Hatta bu kişiyi çalıştırmaktan başka çareleri de olmasa ne yaparlardı acaba? 'Teknoloji çağındayız. Siz görevinizi başka bir büroda yapın. Buraya gelmenize gerek yok' mu derlerdi? Türkiye'nin sivil hayatının herhangi bir yerinde mini eteğinden dolayı ya da örtüsünden dolayı baskı gören herhangi bir kimse gösteremezsiniz. Bütün sorun, bir grup insanın zihninden başka bir yerde değil. 'Biz de daha çok özgürlük istiyoruz ama... Daha çok demokrasi istiyoruz ama... Ben de herkesin istediği gibi giyinmesini savunuyorum ama.. Askerî vesayeti tabii ki istemiyoruz ama..." gibi cümlelerle bütün zihinsel sorunlarını amaların arkasına saklayanlar, Türkiye'yi kısır tartışmaların ortasında bırakıyor. Ne Fatih'te var mahalle baskısı ne de Çankaya'da... Ne Çarşamba'da var ne Alsancak'ta. Bu ülkenin bütün sorunu kamusal alanda başlıyor. Oradan da sivil görünümlü uzantısı sayılan medyaya gidiyor.
<< Önceki Haber Mahalle değil, medya baskısı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER