Bu
kural her hal ve karda değişmiyor. O kadar değişmiyor ki, bir ay önce 12
Eylül darbecilerinin yargılanması için bir tavır koyan parti, daha bu önerinin dumanı üzerindeyken gerçek bir
sivilleşme hamlesi karşısında bildik konumuna geriliyor.
İşte bu açıdan,
CHP’nin TCK ve CMK’daki son değişikliklere karşı politikası tam bir değişim süreci özetidir. Bir
ülke ancak böylesi sancılarla sivilleşir.
Askeri suç tanımını değiştirerek, asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan bir adıma
itiraz edilmesi görünürde ne kadar elem vericiyse, tarihsel süreç açısından o kadar da anlamlıdır. Herkes bir tarafta değişikliği alkışlarken, statükoyla özdeş bir partinin karşısındaki devasa bloka rağmen geleneksel rolünü oynamakta tereddüt etmemesi bir sağlık alametidir. Bir yanda toplumsal talep ve o talebi temsil eden siyasi parti, STK’lar ve kanaat önderleri; öte yanda ‘rejimin
altın hisseli ortağı’ CHP direnci... Demek ki bu ülke değişiyor, değişim CHP’nin etrafındaki çemberi de daraltıyor. CHP bu politik tutumuyla bizatihi tersinden bir değişim motivatörü haline gelmiştir. Karşısında böyle bir muhalefet olan
iktidar partisi değişimci olmasın da ne olsun!
Son
Anayasa Mahkemesi teşebbüsüyle CHP, Tayyip Erdoğan’a bir
seçim daha
hediye etmiş oldu. Bu aynı zamanda, AK Parti’nin alternatifsizliğinin altının kalın kalın çizilerek, topluma ‘statüko muhafızlığı’ ötesinde bir taahhütte bulunmayacaklarının da ilanıdır.
Devletin bekası için, darbe teşebbüslerinin, faili meçhullerin, provokasyonların, Susurlukların, Ergenekonların, üstü örtülü bir Güneydoğu’nun devamını elzem görmenin ilanı...
Türkiye toplumu böyle bir ülke istemiyor oysa. Denetim, şeffaflık,
hesap verebilirlik istiyor ve en önemlisi de artık ‘hikmet-i hükümet’ namına hiçbir kanunsuzluğa tahammül edemiyor.
Peki CHP bunu göremiyor mu? Elbette görüyor ama artık bulunduğu alana sıkıştığı için çıkış yolu bulamıyor. Alan daraldıkça da elde demagojiden başka bir enstrüman kalmıyor. Baykal’ın önceki gün partisini ikna etmeye çalışırken içine düştüğü dramatik hal bunun sonucudur. Düşünün ki,
12 Eylül’ün darbe lideri Kenan
Evren bile Baykal’ı ‘Eğer samimiysen önce 27 Mayıs’ı yargıla’ diyerek köşeye sıkıştırabilmektedir.
Bir siyasi parti lideri bir darbe lideri karşısında bu hallere düşüyorsa, partisi bu durumdan endişe etmelidir.
Peki, bir de CHP’de değişim ve yenilenme umudu olarak takdim edilen, çarşaf-
türban gösterisinde rol alanlara bakalım. Onlar ne durumda.
Mesela
Kemal Kılıçdaroğlu bugünlerde ne yapıyor? Sesini duyan, rengini anlayabilen oldu mu? CHP’nin değişimi sadece ekranda
dosya sallamaktan mı ibaret yoksa?
Ülkenin temel demokratik problemlerinde militarizm safında el bağlayan, sivilleşme için tavır takınmak gerekince başını kuma gömen bir politik anlayış mı CHP’yi kitlelere açacak? ‘O CHP’ zaten, o kitleye açık boşuna zahmet edilmesin...
CHP içinde, AK Parti’nin bu hamlesine karşı ‘Biz de
Anayasa değişikliği kartını ileri sürelim’ ya da ‘Daha ileri düzeyde bir başka
demokratikleşme önerisi getirelim’ diyebilecek hiç kimse yok mu? Var da Baykal’ın otoritesi partiyi bu kadar mı köreltti, merak edilmeyecek gibi değil. Hadi, büyük istidat Kılıçdaroğlu’nun
demokrasi,
Avrupa birliği, sivilleşme gibi taraklarda bezi yok; hiç mi kimse ülkenin artık askeri
vesayet rejimiyle yol alamayacağını, Ergenekonların örtbas edilemeyeceğini; faili meçhullerin korunup kollanamayacağını düşünmedi?
Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar kadar bu soruların cevabını da merak ediyorum...